Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

Mazlum Çetinkaya 1969, Yeşilyurt, Malatya’da dünyaya geldi. Burdur Eğitim Yüksekokulunda ve Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğrenim gördü. Halen sonhaber.ch gazetesinde köşe yazarı olarak yaşamını sürdürmektedir.

KHK’li şair Mazlum ÇETİNKAYA ile bu zorlu süreçte yaşadığı sıkıntıları konuştuk. Muhalif bir kişilik olarak “edebiyata ve dünyaya” bakışı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

MUSTAFA GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kalıplaşmış ifadeler dışında sizi en iyi şekilde yansıtacak sözcüklerle tanıtın desem neler söylersiniz?

MAZLUM ÇETİNKAYA: insanın kendisini anlatması kadar zor bir şey yok. Ki anlatabilseydik kendimizi, kendimiz olurduk bir parça. Zor bir soruyla başladınız ama dilim yettiğince cevap olmaya çalışayım.

Yıl 1987 Burdur’da bir aylık öğrenciliğim dolmamış daha, sabah saatleri, kredi yurtların öğrenci yurdunda kalıyordum. Pencereden bakıyordum, yüksekokulun önündeki küçük meydanda bir Atatürk büstü vardı, tanımadığım bir grup öğrenci “YÖK’e hayır” diye slogan atıyordu, sayısını tam hatırlamıyorum, küçük bir öğrenci grubu. Terliklerle indim hemen, polis etrafı sarmış polisin çemberinden geçip büstün önünde oturan öğrencilerin yanına iliştim, kimseyi tanımıyordum, polis gözaltına almaya başladı herkes birbirine kenetlendi ama bana kenetlenen kimse olmadı, tanımadıklarından tabii ki.

Kimliğine bakmadan haksızlığa uğrayanın kim olursa olsun yanında otururum, destek olmaya çalışırım. Buradan şu sözcüklere ulaşmam mümkün: dayanışma, doğruluk, mazlumdan yana olma… Şiire, aşka ve hayata kendimce dokundum dersem sanırım bu kavramlar yeterli olur.

MG: Şairlerin geçmiş yaşantıları özellikle çocukluk çağları onların şiir yolculuğunda önemli yer tutar. Çocukluğunuzda yaşadıklarınız şiirinize nasıl yansıdı? Sizi şiire yönlendiren ya da şiir yazmanızda etkili olan özel biri var mı?

MÇ: Yoksul olup Alevi Kürt bir toprak parçasında doğmuşsanız, diliniz, inancınız yasaklıysa ve hep hor görülmüşseniz kurucusu olduğunuz cumhuriyet tarafından; çocukluğunuzda Mahzuni Şerif plakları evinizin kıymetli yerinde durmuşsa, halk ozanları köyünüzden yörenizden geçmiş ise, düğünlerinizde söylenen Alevi türkülerinden Pir Sultan’dan dizeler kulağınıza vurmuşsa, şiire yolculuk oradan başlar. Çocukluğumun şiire yansıyan özeti benim için budur.

Şiir için beni yönlendiren biri olmadı, ”aşk” denilen, hayatın kışkırtıcılığını dışında tutarsak eğer yazmamda etkili olmak anlamında özel biri hep oldu. O biri “Edebiyat Fakültesi” mezunu değildi tabi.

Şiirin ve aşkın derinliğine gömüldüğüm bu güzel etki bir kitabımın da baştan sona güzelliğidir, binlerce kilometre uzağımda olsa da…

Koştum, bu konuda çok koştum, şiirle koştum, yorulmadım ama yenilgisi ağır oldu, koştuğum bu yolun yenilgisi…

MG: Bir yıl önce Artı Gerçek’teki köşenizde,” Kürt pazarında acılara mendil uzatmak ”başlıklı bir yazı yayımladınız. “Birileri durmadan Kürt pazarından hâlâ alışveriş yapıp işini yürütüyor. Yazarı, çizeri, şairi, hukukçusu; iktidarından muhalefetine, solundan muhafazakârına…”diyorsunuz. Sizi böyle bir serzenişte bulunmaya yönelten sebepler nelerdir?

MÇ: Bu sorunuzun cevabı yıllardır var olan bir yaşanmışlıktan geliyor -tabii ki Kürtlerin gerçek dostlarını tenzih ederek cevap vereyim, çünkü onlara hep saygı duydum-

Bir kere bu coğrafyada ciddi ciddi önü alınmayan sosyal travmalar yaşandı. İşin teorisine genelde samimi olmayanlar baktı, Fırat’ın bu yakasından öteki yakasına geçmeyenler yani. Acı çekenlerin acısını bu acıyı yaşamayanlar yazınca, zor dönemlerde kabuğuna çekilip rahat dönemlerde de elinde bayrak eksik olmayınca bazılarının, işte o yüzden dedim; Kürt pazarında acılara mendil uzatmak, bir serzenişti, özelikle de bu acılara ortak olmayıp “al bu mendili gözünün yaşını sil” diyenlere.

MG: 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile eşinizle birlikte görevden ihraç edilen bir eğitim emekçisisiniz. İhraçlar nihayetinde sizinle aynı kaderi paylaşan pek çok emekçi için zorluklarla dolu bir süreç. Geçenlerde Doç. Dr. Mustafa Çamaş, iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Karşılaştığınız bu hukuksuz uygulamanın yaşantınıza ve sanatsal üretiminize ne gibi etkileri oldu? Ülkenin içinde bulunduğu durumu göz önüne alırsak bu zorlu süreci nasıl göğüslemeye çalışıyorsunuz?

MÇ: Zorlu bir süreç oldu diğer arkadaşlarım gibi benim için de. İş cinayetlerinde Mustafa hoca gibi birçok arkadaşımız yaşamını yitirdi. Hepsinin anısına saygı duyarak!

23 yıl yaptığım öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılmak kolay değil tabi. İhraçtan sonra uzun bir süre İstanbul Kadıköy’de oturma eylemleri yaptık bir grup arkadaşımızla. KHK’lerin kalkmayacağını biliyorduk tabii ama bu korku tünelinin ucundaki ışığı anlatmak adınaydı bu eylemlilikler.

Ülke genel anlamada her geçen gün daha da karanlığa sürükleniyor, maske, mesafe, mafya cumhuriyeti yolunda ilerliyoruz. Bu durum herkes gibi benim de yaşantımı çok zorladı, zorluyor. Sanatsal üretimim ise beni bu zorluktan kurtaran alanlardan biriydi. Sadece eylemliliklerle değil yazarak da üstesinden gelmeye çalıştım bütün bu dayatmaların. Kendi karanlığından çıkıp toplumun karanlığına bakan sanat üretenleri, bu karanlığa yenilmezler. Düşmanın esas korktuğu şey de budur. Bu süreçte daha çok ve daha dikkatle yazıp etrafıma mum olmaya çalıştım. Bu yüzden beni çok da ürettiklerim noktasında korkutmadılar, daha da biledim bıçağımı, onlara dert olsun.

MG: Geçmişte “Har” dergisini büyük bir özveriyle okuyucuyla buluşturdunuz. Ardından Har Yayınları’nı kurdunuz. Aslında edebiyat alanına bir müdahale olarak düşünebileceğimiz bu girişimlerinizi piyasa koşulları yüzünden sürekli kılamadınız. Geçmişteki tecrübeleriniz ışığında muhalif çizgideki yayıncılığın zorlukları nelerdir?

MÇ: Har dergisi dört yıl sürdü, farklı dillerden yayımcılık yaptı. Hâlâ hayallerimin bir kenarında durur, yeniden adım atsak mı diye. Har Yayınları konusunda ise, evet tutunamadık. Hem parasız olmak hem de muhalif kalmak zordur, bunu aşabilecek yöntemler var ama bu durum da bir örgütlülüğü gerektirir. Muhalif çizgide yayın yapmak gerçekten zor. Bir o kadar da tersinden düşünürsek muhalif çizgide yayıncılığın özgür bir tadı vardır.

Muhalif olduğunda yayıncılıkta, bir kere dağıtım denilen bir baraja takılırsın, reklam denilen o büyük yayınevlerinin baskılarına takılırsın, okuru reklamla yönlendiriyorlar, eskisi gibi değil bazı şeyler; okur içerikten habersiz kitaba yöneliyor ya da yönlendiriliyor. Sosyal medyanın o önemli yanını çok iyi kullanamıyoruz, tabii KHK’li olmamın da bu yayıncılık mevzusuna olumsuz etkileri çok oldu. Popüler yazarlar da büyük yayınevleri ile çalışıyorlar, bu da muhalif yayıncılığa olumsuz etkiler yaptı, yapıyor.

Yine de muhalif çizgide durmak devam ediyor, devam edecektir her şeye rağmen.

MG: Şiir yarışmaları ve ödüller üzerinden sürekli gündemden düşmeyen tartışmalar yürütülüyor. Bir kısım sanatçı şiir yarışmalarını kökten reddediyor, bir kısımsa kural ve ilkelerinin iyi belirlenerek adam kayırmacılığın önüne geçilmesini yeterli görüyor. Bu bağlamda şiir yarışmaları ve ödüller konusundaki düşünceleriniz nedir?

MÇ: En son 23 Nisan şiirleri yarışmasında ilkokul üçüncü sınıfta sonuncu olmuştum. Şiir yarışmalarına karşı değilim, yarışma ve ödüle karşı olanlara da.

Ancak karşı olduğum bir şey var bu konuda, o da şu: ödüllere karşı olup hiçbir ödülü kaçırmayan, kazanınca boy boy övgü yapan, kaybedince de karalamalara başlayıp ortalığı ayağa kaldıranlara karşıyım. Adam kayırmacılık olmamalı tabii ki ve bu işler bir kural ve ilkeyle belirlenmelidir.

Şairin ve şiirin ölçüsü ödül değildir, olmamalıdır da. Az önce de belirttim sanırım, şiir durup dururken yazılmaz, hayatla derdi olmayanlarla şiirin de çok işi yoktur.

Adam küfrediyor, ama bakıyorsun küfrettiği ödüle dosya göndermiş aynı kişi. Tutarsızlık değil midir bu? Bir diğer konu da bütün ödüllere aynı yaklaşımı göstermek ne kadar doğru bir yaklaşımdır!

MG: Son günlerde gündemden düşmeyen bir tartışmaya sözü getirmek istiyorum. Çünkü uzun zamandır “Türkçe Edebiyat ”ve ”Türk Edebiyatı” üzerinden çok hararetli bir tartışma yürütülüyor. Bu konuya ilişkin düşünceleriniz nedir?

MÇ: Türkçe Edebiyatı ile Türk Edebiyatı kavramsal olarak daha önce işlediğim bir konuydu. Bana kalırsa biraz da “Türk Edebiyatı” diyenlerin kendi içindeki Kürt / Kürtçe karşıtlığı Türkçe Edebiyatı kavramını ortaya çıkarttı.

Ne olursa olsun “öteki karşıtlığı ya da inkârı ” üzerinden bir kavram değilse Türk Edebiyatı denilebilir. Tabii sorunun bir diğer sebebi de şu; benim gibi Kürt olup Türkçe yazanlar…

Bu durum, bu kavramların sınırlarını çizmek konusunu da zorluyor, tartışmanın bir sebebi de bu realitedir.

MG: “Toplumcu Gerçekçi Şiir” günümüzde toplumsal mücadelenin gerilemesiyle de görünür hale gelmekte zorlanıyor. Yayıncılık piyasasını sermaye gruplarının yönlendirdiği ve desteklediği iklimde kendine yeniden alan açmaya çalışan “Devrimci Gerçekçi Şiir” nasıl alternatif hale getirilebilir?

MÇ: Her dönem kendi kavramlarını üretir. Bazı kavramlar ise her dönem geçerlidir, “birey” ve “toplum” gibi. Hayatın her anlamını biçen dünyanın bu noktası, bu kavramları ve bu kavramlar üzerinden yükselen değerleri de daha anlamlı kılmaya başladı.

Toplumcu ya da devrimci şiir gerçekçi çizgilerini kaybetmedikçe toplumsal ilerleme veya gerileme ne olursa olsun, nasıl olursa olsun şiir yeryüzünde varlığını sürdürecektir. Toplumcu gerçekçi şiiri kötüleyenler kendi bireysel sorunlarını o kadar dert ediyorlar ki sanki dünya sadece o bireylerin etrafında dönüyor.

Komşusunun evinde yangın varken bir şairin gözleri kör olmamalı. Komşusunun acısını hissedendir şair, kendi gövdesine dikmelidir bazı şeyleri. Yeni dönem kavramlar değil de hayatın içinden çıkan kavramlar şiire yön verecektir bana göre.

MG: İçe dönük bireysel sanat anlayışına karşı bu gidişattan hoşnut olmayan devrimci sanatçılar birlikte hareket etmenin zeminini yaratabilir mi? Yani bir karşı duruşun işaret fişeği sayılacak bir karşı oluş hali inşa edilebilir mi?

MÇ: Bu sorunuz tüm röportajın özeti gibi olmuş. İşte konuştuğumuz tam da bu, işaret fişeği, birlikte olmak, yan yana durmak ama dışa dönük ve içimize oturan bir amaçla olmalı bu, mümkündür bu inşa. Devrimci kavramı yeniye dair bir kavramsa eğer, bu dünyadan hoşnut olmayan herkesin ortak inşası olmalıdır bu yeni inşa. Ve bu da mümkündür, gerçekçi olduğumuz sürece.

MG: Son söz olarak neler eklemek istersiniz?

MÇ: Bu güzel sorularınız için teşekkür ederim. Bizi okuyan herkese sevgiler olsun.

ÖZGEÇMİŞ

Mazlum Çetinkaya Kimdir 1969, Yeşilyurt, Malatya’da dünyaya geldi. Burdur Eğitim Yüksekokulunda ve Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğrenim gördü.

Newroz, Günlük, Evrensel Kültür, Bezuvar, Ekin Sanat, Ihlamur gibi gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri yayımlandı. Bir grup arkadaşıyla birlikte kültür, sanat ve edebiyat ağırlıklı Hâr dergisini çıkardı.

Çetinkaya’nın birçok yayımlanmış öykü ve şiir kitabı var. Gülüşün Hücrelere Takılı Kaldı, Zevebân, Taşta Uyuyan Zaman, Hecesini Onaran Çocuk, Repesa, Dağ Suskunluğu adlı şiir kitapları dışında altı tane de çocuk öykü kitabı yayımlandı.20 Temmuz 2016 OHAL ilanından sonra KHK ile yaptığı öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Har Yayınları’nın kurucusudur. Malatya’da yaşıyor. Civan Berdan ile Muharrem’in babasıdır.