Daha önce hiç kimsenin yaşayamadığı yerlerde yaşama cesareti gösteren ve orayı bir gül bahçesi haline getiren bir halkın hikâyesidir bu.

Bilindiği üzere kimi yaşamlar ve tecrübeler hayatımızı kolaylıkla etkileyebiliyor. Ne yazık ki, bu hikâyelerin -etkileri ne kadar büyük olursa olsun- anlaşılması okuyucunun anlayabileceği ölçüde kalıyor. Çoğu zaman okuduklarımız arasından cımbızladıklarımızla devam etmek isteriz. Oysa anlatılmak istenen yalnızca bunlar değildir ve bunu çok sonra anlarız. Bu hikâye de onlardan biri!

Uzun zaman önce X adında çorak bir kentte kıt kanaat yaşayabilen küçük bir uygarlık vardı. Henüz kapitalizm, sosyalizm, deizm, faşizm gibi kelimelerin hiç duyulmadığı, hayat bulmadığı dönemlerdi. Ne saf köylü kurnazlığı yeşerebilmişti buralarda ne de fitne fesatlar. Halk, tüm besin kaynaklarını kendi temin etmekteydi. Uzun uzadıya ekilmiş bahçeler yoktu. O zamanlar orada meşhur olan tek şey o halkın düğünleri ve zılgıtlarıymış. Taşa düğün, kuşa düğün, direnmeye düğün, evlilere düğün, kültüre düğün…

Dağların yamaçlarında yaşama tutunmaya çalışan bu halk, X kentte yüzlerce yıl yaşadı ve çorak kenti yemyeşil bir kent haline getirdi. Basit aletler yerini teknolojik aletlerle yer değiştirmeye başlamıştı. Üretim artmış ve yaşama dair ne varsa bir başka güzelleşmişti adeta. İnanılması güç ama nadiren yaşanan anlaşmazlıklar vardı. Henüz “yalan” icat edilmemişti anlaşılan!

Bir gün, Y adında bir kentin uzun yollarından ve derin savaşlarından kaçan bir uygarlık soluğu X kentinde bulmuştu. X kentliler büyük bir şevkatle kucaklamışlarda Y kentlileri. Y kentliler X kentlilerle birlikte yaşama sözü vermişlerdi.  İnançları, onlara sevginin ve merhametin sıcaklığını aşılamıştı. Bir arada uzun zaman yaşadılar. Kız alıp verildi. Farklı yaşamlar kültürlere işlendi ve yaşam tecrübeleri kaynaştı.

Y kentlilerin toprak hırsı bir gün patlak vermişti. Mülkiyet anlayışları, birlikte yaşamı git gide zorlaştırmaya başlamıştı. Eskisi gibi gülmüyor, yaklaşmıyor ve paylaşmıyorlardı. Toprak hırsı onları dağın yamaçlarından açıklıklara itmişti. Aradan birkaç yüzyıl geçmişti. Oralarda küçük gruplar halinde hızla büyüyen Y kentliler, X kentinin çok büyük bir bölümünü ele geçirmişti artık. Yavaş yavaş X kentinin tüm topraklarına yayılmışlardı. X kentliler her ne kadar mekân değişikliği yapsalar da yaşadıkları yerler Y kentlilerin yaşayabileceği yerler değildi. Aradan geçen zamanla birlikte her iki kentlilerin arasından sular sızmaya başlamıştı artık. Y kentlilerin mülkiyet anlayışı o kadar çok gelişmişti ki, artık X kentlilerden vergi almaya başlamışlardı. X kentliler durumdan her ne kadar hoşnut olmasa da çaresiz bir yandan veri ödemiş bir yandan da Y kentlilerin iktidarlığına karşı baş kaldırmışlardır. Yıllar geçmiş ve X kentlilerin çocukları ile Y kentlilerin çocukları arasında savaşlar yaşanmış. Bu savaş öyle çetinmiş ki yıllarca aynen devam etmiş. X kentliler Sonu gelmez bu savaşa dur demek için Y kentlilerin asla yaşayamayacağı uzun uza uzanan dağların eteklerinde yeniden yaşama tutunmaya çalışmışlar. Biraz kırgın, biraz öfkeli ve biraz da pişmanlık hissiyle kendi topraklarının mültecisi olan X kentliler, Y kentlilerin bu mülkiyet anlayışlarına anlam verememişler.

Y kentlilerin gözünü artık iyice toprak hırsı bürümüştü. Savaşlara girip durmadan toprak kaybetmeye başlamışlardı. Aralarında büyüyen taht kavgaları ve iktidar hırsları yüzünden artık birbirlerine düşün Y kentliler bir türlü mutlu yaşayamıyorlardı.

Bir gün büyük bir savaş yaşanacaktı ve bu savaşın olası sonucu kesinlikle Y kentlilerin kaybedeceğiydi. Bunu çok iyi bildiklerinden çareyi X kentlilerden yardım istemekte bulmuşlardı. X kentlilerin savaşçı bir toplum olması atalarından kalmaydı. Kesin bir savaşın ayak izindeydiler fakat Y kentlilere yardım etmediler. Günlerce yardım için yalvaran Y kentliler çaresiz dönmüşlerdi birkaç gün sonra kaybedecekleri ve yeniden işgal edecekleri bir başka toprağa. Bir başka halkı kandırmaya ve orayı da yeniden bir sömürü toprağı haline getirmeye…

Sonu olmasa da bu hikayenin, sonsuz da ders alınabilir bir çok şeyden.

X kentlilerin hikayeleri hep böyle…