İktidarın ağır bir sınıfsal baskı rejimini temsil ettiği yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki, iktidarın dinci, gerici niteliği gereği, dinci siyasetinin durdurulması, aynı zamanda doğrudan faşizme yönelen iktidarının engellenmesi ile eş anlamlı bir gerçekliktir. AKP-MHP iktidarı, bugüne kadar siyaset sahnesine çıkmış, 1973 ve 1977 yıllarındaki adına o dönemin Adalet Partisi (AP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi(CGP) 1. Milliyetçi Cephe (MC) ve 2. Milliyetçi Cephe (MC) denilen faşist iktidarlardan daha gerici ve daha baskıcı bir iktidardır. Durum böyle olmasına rağmen Cumhur ittifakını temsil eden güçlerin önümüzdeki seçimde yenilgiye uğratılması her şeyin bittiği anlamına gelmeyecektir.

Çünkü ilk önce, bugünkü iktidarın 21 yıldan bu yana idarede, siyasette, yargıda, askeriyede, eğitimde ve toplumsal yaşamda yarattığı çürümenin bir günde, bir ayda veya bir yılda buharlaşması beklenmemelidir.

İkincisi, iktidar adayı olarak görülen başını CHP'nin çektiği ve diğer toplumsal kesimlerin destek verdiği Millet İttifakı'nın dinci ve sağcı siyasi yelpazeye alan açan niteliği gereği, AKP döneminde önemli kazanım sağlayan dinci, gerici yozlaşmanın üzerine gidebileceği oldukça tartışmalıdır. Ayrıca, Millet İttifakı'nın programı incelendiğinde birçok konuda AKP öncesinin bile gerisinde kaldığı görülmektedir. Tam da bu noktada siyaset denkleminde özellikle laikliği, emeğin sömürülmesini, örgütlenme ve ifade özgürlüğünü temsil eden sosyalist solun çok güçlü bir şekilde yerini alması çok önemlidir.

Diğer bir gerçeklik, AKP-MHP ve diğer müttefikleri seçimden sonra da Meclis'te, bürokraside ve yerel yönetimlerde önemli bir güç olmaya devam edecekleri bilinmektedir. Bu durumun yeni yönetime önemli engeller çıkartabileceği şüphe götürmez.

En önemlisi de, seçimden sonraki yeni iktidarın çok zorlu siyaset gündemi ile cebelleşmesi tartışma götürmez diğer bir gerçekliktir. Depremin yol açtığı yıkım başta olmak üzere, ekonomik ve mali sorunların yarattığı dengesizliklerden kurtulmak için topluma vermesi gereken güven sorunu...

Öyle ki, hukuksuz, anayasasız bir dönemden evrensel hukuku temel alan bir hukuk rejimi inşasına, ne olduğu bir türlü açıklanamayan Cumhurbaşkanlığı merkezli yönetim biçiminden güçler ayrılığını temel alan bir siyasi-idari yapılanmaya, imar- ihale yolsuzluklarından denetlenebilir ve hesap sorulabilir bir kamu mali yönetimine, gelir ve servet dağılımındaki uçurumlarla beslenen toplumsal bunalımlardan dengeli bir ekonomik - toplumsal yapıya geçiş hızlı bir şekilde gerçekleşmezse toplumda müthiş bir hayal kırıklığı meydana gelecektir.

İktidarın adeta manifestosu olmuş kapkaççı ekonomik zihniyet, iktidarın eteklerindeki sermaye çevrelerine ne kadar nüfuz ettiği bilinmektedir. İktidarın borazanı olmayan basını sadece birkaç gün takip ettiğinizde, yeni bir kamu emlak satışı, bir imar peşkeşi, bir ihale cambazlığı haberine rastlamanız çok mümkün. Örneğin deprem bölgesinde, felaketin enkazı bile kaldırılmadan girişilen pejmürde inşaat girişimleri tam da bu ''selden kütük kapma'' telaşını andırmaktadır. Bu yazının yazıldığı gün Malatya'daki enkaz molozunda dört cesedin bulunduğu haberi vardı gazetelerde. Kim bilir bu konuda daha ne trajik haberlere tanık olacağız! Üstelik depremden hiç ders almadan meraları, tarım alanlarını yerleşime açmaya devam ederek, betonu tarıma tercih etmeyi sürdürerek. Kapkaççılığın daha çok fırsatçılığı, açgözlülüğü çağrıştırdığını ve yağmacılığın ikiz kardeşi olduğunu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum.

Seçimin demokrasi güçlerinin lehine sonuçlanması yukarıda söylediğimiz gibi her şeyin bittiği anlamına değil, aksine her şeyin yeni başladığı anlamına gelecektir. Emekten, özgürlüklerden, eşit yurttaşlıktan, demokrasi ve adaletten yana güçlerin mücadelesi uzun soluklu bir mücadele sürecidir...

Bu itibarla akıldan çıkarılmaması gereken en önemli konu şudur: Osmanlı döneminde bile şimdiki düzeyde doğrudan iktidar fırsatı bulamamış bir şeriatçı yanlısı azınlığın, iç koşulların ve emperyalizmin Türkiye üzerindeki planlarının çakışması sonucunda iktidara çöreklenmiş olması ve demokrasi mücadelesi ile elde edinilen hem maddi hem de manevi kazanımları yağmacı bir zihniyetle, yangından mal kaçırırcasına 21 yıldır talan edip durmasıdır. Dolayısıyla talancıların iktidara yapışmasının bir nedeni bu gerçeklik ise, diğeri de dizlerine, boğazlarına kadar değil, boylarını aşmış suçları için hesap sorulmasından dehşetli ürküyor olmalarıdır.