Millet İttifakı'nın 3 Mart Cuma günü dağılmasının ardından 6 Mart Pazartesi günü yeniden bir araya gelmiş olması kitleler nezdinde müthiş bir güven kaybına yol açmıştır. Toplumun özellikle değişim isteyen kesimlerinde güvenin kaybına, güvenin zedelenmesine neden olmuştur. Bu durumun oya yansımasını bugünkü siyasi ortamda ölçmenin kolay olmadığı ortadadır. Asıl önemli olan bundan sonra bu güvenin nasıl bütün toplumsal, siyasal, demokrasi güçleri ile birlikte tamir edilip güçlendirileceğidir.

Ancak Millet İttifakı'nın seçmen tabanı Meral Akşener'in tutarsızlığının sonucu tüm yaşananlara rağmen bir biçimde konsolide olacaktır. Çünkü toplum demokrasi iradesinden vazgeçmez. Bundan sonrası adaya ve altılı masanın izleyeceği politikalara bağlıdır. Alacağı tutuma bağlıdır. Cumhurbaşkanı adayı ve altılı masa, eğer gerçekten Türkiye'nin bütün değişim isteyen kesimlerini, acıyı yaşayan, yaşamış olan, mağdur olan, olacak olan kesimlerini, ezilenlerini, emekçilerini, bütün kimliklerini kapsayacak bir uzlaşma yolunda ilerlerse oy kaybı değil, ciddi oy yükselmesinin olması hiç sürpriz olmaz.

Burada asıl risk kararsızlar denilen AKP'den kopan, ona mesafe koyan, duygusal bağı zayıflamış kitle için geçerli. Eğer onlar bu süreçten negatif etkilenir ve Erdoğan'ın ısrarla vurguladığı ''Bunlar kendi aralarında bile anlaşamıyorlar, ülkeyi nasıl yönetecekler?'' tezine inanırlarsa sorun orada başlayabilir. Bu hedef kitle, şu anda muhalefet için en önem verilmesi gereken kitle. Bunun için sadece altılı masa değil, toplumun değişim isteyen başta emek ve özgürlük ittifakı olmak üzere tüm duyarlı kesimler elini taşın altına koymak zorundadır.

O nedenle kapsayıcı, demokratik dönüşüme kapıyı açan, adalet konusunda güven veren bir geniş uzlaşmaya ihtiyaç var. Bu geniş uzlaşma Türkiye'de dönüşümün, adaletin kapısını açacaktır. Bu kapının açılmasındaki anahtar rolünün en belirleyici aktörü kuşkusuz Emek ve Özgürlük İttifakı'dır. Çünkü ülkede tüm haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı, sokak dahil yaşamın her alanında en kitlesel, en barışçıl ve en cesur mücadele içinde olan Emek ve Özgürlük İttifakı'dır. Emek ve Özgürlük İttifakı'nın içinde olmadığı, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın hesaba katılmadığı seçim çalışmasının başarı şansının olmadığı ortadadır...

Bu yazının yazıldığı sırada Cumhurbaşkanı'nın seçimin 14 Mayıs 2023 günü yapılacağı kararını imzaladığı ve resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği haberi ajanslara düştü. Kısa bir süre önce bir AKP milletvekili Erdoğan'ın YSK ile anlaştığı şeklindeki bir haber bilgisini gündeme getirmişti. Cumhurbaşkanı ile YSK'nın anlaşması gibi bir durumun yasal olup olmaması ayrı bir konu olmakla beraber, asıl önemli olan gerçekliğin AKP'in seçimi kazanamama ihtimalinin yükseldiği koşullarda YSK'nın depremi bahane ederek seçimi erteleme veya iptal etme olasılığının varlığıdır. Zira AKP'nin kazanamayacağı seçime girmeyeceği gerçeği çok bilinen, çok dillendirilen bir olgu. Seçimin 14 Mayıs 2023 günü yapılacağı kararının imzalandığı gün resmi gazetede yayınlanması AKP'nin seçimin yapılmasından yana çok hevesli olduğu, ancak erteleme veya iptal edilmesi kararının YSK'ya ait olacağı savıyla iktidarın seçimden kaçma manevrasını dikkate almak gerekir diye düşünüyorum. Böyle bir garabet ile karşılaşılma durumunda yüzbinlerin YSK'nın önünde protesto eylemi yapması en demokratik, en meşru bir hak arama eylemi olacaktır.

Özet olarak, basit bir seçime gitmiyoruz. Bir siyasal rejimi oylayacağımız iyi bilinmelidir. Okulları imam hatipleştiren, diyanetin kılıcını kafamızda sallayan, yüz yılı aşan geçmiş saygınlığına halel getirilen Kızılay'ın, çadır satan, kendisine bağış edilen kanı satan bir ticarethaneye dönüştürülen, başkanının 12 yerden maaş aldığı kurumu, tek adamın iki dudağından çıkmadıkça enkaz bile kaldıramayan, medyayı, güvenliği, yargıyı kuşatmış hastalıklı bir padişahlık rejimini oylayacağız.