Genel bir doğrudur: Çocuklar, dinledikleri masalları kendi hayal güçlerine göre, gerçek olgularmış gibi tasarlarlar. Yaşlı insanların birçoğu da eski olayları, yaşamaya devam etmesi gereken ebedi gerçeklermiş gibi hayal ederler. Hele uzun ve onurlu bir tarihin, modern kültürden yoksun çocukları, gelecekte daha iyi, daha seviyeli bir hayat ve uygarlığın gerçekleşebileceğini düşünmeksizin, geçmişle övünür, avunur ve hiçbir girişimin geçmiştekilerden daha başarılı ve parlak bir dönemi yaratmayacağına inanırlar. Siyasi yelpazenin deyim yerindeyse en sağında yer alanlar, bu türlü inançların afyonuyla kendilerinden geçmiş olanlardır. Bunların genç görünen büyük bir çoğunluğu,  gizli çıkarların uşağı olan ve bilgili görünen bazı gözü açık insanların etkisinde kalan zavallı kimselerdir. Bunlar, bilimin ve teknolojinin gelişimi sonucu ortaya çıkan her yenilik ve değişikliği, kendilerinin değer verdikleri düşünce ve inançların rakibi zannederler. Dolayısıyla her çeşit kurtuluş ve mutluluğu, kendileri gibi sefil ve anlayışsız insanların sırtında yücelmiş ve artık çağını doldurmuş olan eskimiş bir toplum düzeninde ararlar. Her yeniliği bir ''Kıyamet alameti'' veya ''Gavur icadı'' olarak idrak edip, toplumun şeriata göre yönetilmesini  ve elden gittiğini iddia ettikleri dini, bu yönetim anlayışıyla korumak veya kurtarmak asıl amaçlarıdır.

Peki şeriatçılık denince ne anlıyoruz:

Şeriat, Kuran ve hadislerin bildirilerine dayanan bir hukuk ve politika düzenidir. Bu düzen, Hz. Muhammed'den sonra başlayan Dört Halifelerle Emeviler, Abbasiler, Mısır, Endülüs ve Osmanlı devletlerinde bazı esaslı farklarla uygulanan siyasal sistemde görülür. Gerçekte bu devletler, temellerini kutsal metinlerden almakla birlikte, egemenliklerine bağlanmış olan kavimlerin adet, töre ve geleneklerinin de etkisiyle gelişen bazı yeni ihtiyaç ve mezheplere göre organlaşmışlardır.

Günümüzde tüm nitelikleriyle bağımsız yaşayan hiçbir ulus, din dogmalarıyla yönetilen sosyal bir düzene sahip değildir. Kendi gelenek ve adetleriyle dinlerin emirleri arasında büyük bir fark bulunmayan toplumlar bile, uluslararası ilişkilerin kültürel, ekonomik ve siyasal etkileri altında başkalaşmak ve birtakım yeni ilkelere uymak zorunda kalmışladır.

Oysa ki, Müslümanlık özü itibariyle politik bir dindir. Yani insanlığın düşünce ve vicdanına olduğu kadar günlük yaşamının her anına, bireysel ve toplumsal ilişkilerine kadar sirayet eder. Sosyal yaşamın tüm ayrıntılarını kendi dogmalarına göre örgütler.  

İşte şeriatın istediği, toplumsal düzeni, gerçek değer ve anlamlarını kavramaktan aciz oldukları bu mistik dogmalara göre işlemektir. Günümüzde bunun mümkün olmadığını, olamayacağını yaşamın pratiği yeterince göstermiştir. Ülkemizde ve dünyada tüm çıplaklığıyla var olan kadın hareketi bunu en bariz şekilde kanıtlar mahiyete sahiptir.

Şeriat kanunları bin dörtyüz yıl önceki Arap aleminin sosyal ihtiyaçlarından doğmuştur. İlk dört halifeden sonra kurulmuş olan İslam devletlerinin hükümdarları, gerçek anlamda birer halife değildirler. Bunlar, birer hanedan kurmuşlar, Osmanlı sultanlarında olduğu gibi saltanat sürmüşlerdir.

Şeriatın ceza hukuku kısas'a dayanmaktadır. Bu da Tevrat'tan, yani eski Yahudi şeriatından Müslümanlığa geçmiştir. Tevrat da bu kuralları Sümerlerden almıştır. Zaten kitaplı dinler diye adlandırılan semavi dinlerinin tamamı Sümer, Mısır ve Yunan mitolojilerinden kopyalanmıştır.

Anlaşılacağı üzere, binlerce yıl önce yaşamış olan Sami kavimlerin birbirlerine saldırmaması için emredilmiş olan kısas kuralı, bugün uygulanmaya olanak bulunsaydı, İslam dünyasında, dili, eli, kolu, kafası kesilmemiş, gözü çıkarılmamış insan kalmazdı.

 Tarihin bir döneminde ilkel insanları disiplin altına almak için sert ve korkutucu tedbirlere ihtiyaç  zorunlu olmuştur. Fakat cezayı bir çeşit öç alma sayan ve kısas'ı uygulayan dönemlerde insanlar, birbirinin hakkına ve hayatına saldırmaktan geri kalmamışlardır. Bugün dünyanın büyük çoğunluğunda idam  cezasını bile kaldıran, suçluları ıslah ederek yine topluma faydalı bir öğe haline  getirmek isteyen adil  bir hukuk sistemi  oluşmuştur. Bu sistem, şeriata inananlara aykırı olarak, kimseyi imanının derece ve türünden dolayı cezalandıramaz ve hatta kendisinde böyle bir yetkiyi de göremez.

Örneğin, şeriatın istediği ya da izin verdiği çok kadınlı bir aileyi ve miras hukukunu getirmekle toplumun neleri yitireceğini düşünmek bile, bizi korkunç  gerçeklerle karşılaştırır. Yine, toplumda  milyonlarca çalışan kadını çarşaflara sokarak  eve kapatmak, erkek haysiyet ve onuruna da bir hakarettir. Kuran dahil bütün din kitaplarında kadını erkekten daha aşağı bir varlık sayan onlarca ayet veya benzeri açıklamalar vardır. Kadını kapamak, toplumu, tüm estetik haz ve haklardan yoksun kılmak, güzel sanatlarda, bilimde ekonomide kadının yapmakta olduğu değerli işleri yok etmek demektir. Şeriat, mimarlık başta olmak üzere, plastik sanatlar, sinema, tiyatro, bale, dans gibi sanat ve spor faaliyetlerinin yasaklanmasını, tiyatro, sinema salonlarının kapısına kilit vurulmasını ve güzel sanat akademilerini, konservatuvarları, bale okullarını ortadan kaldırmayı zorunlu kılar. Tüm bunlar yerine, toplumu ahret korkusu ile  bir psikoz haline getiren vaazlarla, hafızlar yetiştiren okullar açmayı tercih eder.

Bütün dinlerde siyasal amaçlara hizmet etme tutkusu vardır. Zira din, bir üst yapı kurumu olarak toplum yaşamına yön verme amacını taşır. Din, her yerde ve her durumda, sürekli başkaları için çalışmayla, yoksunluk ve yalnızlıkla ezilen halk kitleleri üzerinde manevi baskının bir türüdür. Dinler, tarihleri boyunca insanların ahlakını bile düzeltememiş, din ve devlet adamlarının çoğunu, olduklarından başka türlü görünmeye ve yaşamaya zorlamıştır. 

Oysa laik düşüncenin ana ilkeleri, doğruyu araştırmak, bilimi ve aklı esas almak, gerçeği ifade etmek, adaleti uygulamak, insanların hemen her konuda özgürce düşünme ve düşüncelerini ifade etmelerine engel olmamaktır.

Artık yaşadığımız çağda medrese ve manastır öğütlerinden öğrenilmesi gereken hiçbir şey kalmamıştır. Onlar, insan zekasının evriminde köstekleyici bir aşamaydı. Fakat bugünün uygarlığına hizmet edecek görevleri kalmamış olan bir tarihten öte bir anlam ifade etmemektedir. Bunlar ancak sayısı gittikçe azalan bazı meraklılarla mistiklerin oyalanmalarına yardım edebilirler.