2000'li yılların başlarında, özellikle reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte küresel boyuttaki adaletsizlik ve eşitsizlik daha da artmıştır. Kapitalizmin devrevi krizleriyle derinleşen yoksulluk ve göçmen sayısındaki patlama ile ırkçılık hatırı sayılır bir ivme yakalamıştır.

Irkçılığın evrensel boyuttaki bu gelişmesi Türkiye'de de karşılık bulmuş, göçmenler veya sığınmacılar diye tanımlanan bir sorun gündemin en yakıcı meselesi olmuştur. İktidarın izlediği yeni-Osmanlıcı dış politikasının en önemli sonuçlarından biri olarak başta Suriye olmak üzere Afganistan ve Irak gibi ülkelerden milyonlarca insanın Türkiye'ye göçü gerçekleşmiştir. Sığınmacı veya göçmen diye tanımladığımız bu insanların varlığı, kendilerine seküler kentli diyen ulusalcı kesim ve (doğrudan) milliyetçiliği yaşam felsefelerinin merkezinde gören topluluğun daha görünür olmasının zeminini yaratmıştır.

 Özellikle seküler beyaz yakalılar diye tanımlanan orta sınıfta gittikçe yükselen milliyetçiliğin iki temel sebebinden bahsedebiliriz. Birincisi, derinleşen ekonomik krizle birlikte giderek yoksullaşan söz konusu kesimler, kendilerini işçi sınıfının bir parçası olarak görmemekle birlikte yoksullaşmalarının faturasını içinde yaşadığımız kapitalist topluma değil, sığınmacılara kesmektedirler. İkincisi ise, iktidarın İslamcı hayat tarzını insanlara dayatmasına karşı duyulan öfkedir. Öyle ki, her geçen gün yeni bir versiyonuna rastladığımız dini yaşam dayatmalarını ulusalcı kesim meseleyi ''Araplaşma'' olarak kodlamakta, sebebini de sığınmacıların varlığına bağlamaktadır. Bu durum sığınmacılar sorununun Türkiye hakim sınıflarının bir projesi olduğunun görülmesi ve anlaşılmasını engellemektedir.

Açıklamaya çalıştığımız bu önemli iki neden, beyaz yakalıların yoksullara karşı duyduğu nefretle birleşmekte, kendi yaşam alanlarında fakirleri görmek istememektedirler. Huzursuzluklarını aleni olarak söylemek yerine, sığınmacılar üzerinden kinlerini kusmaktadırlar. İşte, yoksul ve sığınmacı nefreti milliyetçilik dalgasını artırırken, özellikle gelecekten umudunu kesmiş gençlik üzerinde oldukça etkili olmaktadır. Öyle ki, özellikle sosyal medya üzerinden politize olmuş AKP'ye öfkeli gençlik kesimi için işsizlik, adaletsizlik, çaresizlik gibi yaşanan tüm sorunların sorumlusu sığınmacılar olarak ifade edilmektedir. Kısaca tüm sorunların günah keçisi bulunmuş, toplumdaki en zayıf, en savunmasız kesim olarak sığınmacılara nefret duyulması sağlanmıştır. Özetle bugüne kadar ötekileştirilen Aleviler, Kürtler, Ermeniler ve Müslüman olmayan azınlıklara ''yeni'' ötekileştirilen sığınmacılar da eklenmiştir.

 Böylesi bir ortamda Ümit Özdağ'ın Zafer Partisi'nin revaçta olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Zaten  Özdağ da bunun bilincinde olarak toplumun en zayıf, en ilkel, en geri korku ve dürtülerine hitap etmekte, işin içinden çıkılacak en ''kolay'' yolu gösterecek şekilde hareket etmektedir. Sığınmacıların bir an evvel apar topar gönderilmekten başka kesin çözümün olmadığını topluma dikte etmektedir. Özdağ'ın bu hamaset ve fantezi yüklü, toplumsal gerçeklikten uzak, ırkçı, ötekileştirici söylemleri, kapitalizmin sömürü ve insanları çaresizleştiren özelliğini gizlemektedir.

 Oysa bilinmektedir ki, sığınmacılar toplumda yaşanan hiçbir sorunun nedeni değildir. Sorunun asıl nedeni iktidarın izlediği piyasacılıktan dinselleştirmeye, yeni Osmanlıcılıktan hilafet hayallerine uzanan politikalarının toplamının doğal bir sonucudur. O insanlar kendi arzularıyla ülkelerinden çıkmadılar. Gittikleri ülkelerde en kötü hayat koşullarında yaşamayı tercih etmediler...

Beyaz yakalılar veya orta sınıflar kendilerini işçi sınıfının bir parçası olduklarını kabul etmemekte ısrarla yıllardır solun, sosyalistlerin ''sığınmacılar Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır'' sözünü duymazdan gelmişlerdir. Çok iyi bilinmelidir ki, sığınmacılar Türkiye burjuvazisi tarafından ucuz iş gücü olarak kullanılmakta, inşa ettikleri sömürü düzeninde en alt tabakada yer almaktadırlar. Dolayısıyla sığınmacıların tüm işçi ve emekçilerin bir parçası olduğu reddedilemez bir hakikattır.

Hakikatın bu kadar aleni olduğu koşullarda Türkiye işçi sınıfı ve tüm ezilenler, sığınmacıları kendi sınıf kardeşleri olarak görmeli ve  çileli yaşam koşullarının asıl sorumlusunun mevcut kapitalist sömürü ve soygun düzenine karşı birlikte mücadele etmelerinin doğru yol olduğunu kavramalıdırlar.