Nereye varacağını ne Kürt ne de Türk tarafının bildiği otuz yıldır süren ve daha da süreceği anlaşılan Kürt meselesinin gelip dayandığı yerin artık nefret dolu bir iç savaş olduğunu görmemek ve anlamamak olanaksız.
Sırrı Sakık'ın oğlunun hazin ölümünden sonra sosyal medyaya yansıyan tepkiler bu gerçeği acımasız biçimde duyuruyor. Milliyet gazetesinin dün birinci sayfadan verdiği, Taraf'ın Ahmet Altan'ın başyazısında ele aldığı bu nefret işin ne kadar karmaşık olduğunu anlatmaya yetiyor. Öyle anlaşılıyor ki, mesele hızla "Türk- Kürt kardeştir/ bizi bölen kalleştir" sloganını ve düşüncesini aşıyor, dönüşsüz bir noktaya geliyor.

***


Üstelik bir babanın hayatında yaşayacağı en büyük acılardan biri karşısında gösterilen insafsızca ve insanlık dışı duyarsızlığın sadece bir tarafına şahit oluyoruz. Muhtemeldir ki, savaşın öteki yanında da benzeri bir tepki çığ gibi büyüyor. Nasıl büyümesin? Televizyonlarda ve gazetelerde sadece "terörist" olarak adlandırılan, sadece cismi olan ama varlığı bile yok sayılan, insanlığı konusunda hiçbir şey düşünülmeyen "ölülerin" de aileleri, anneleri, babaları, kardeşleri, sevgilileri var. Türk tarafı her gün "şehit cenazesi" düzenliyor, bunlar resmi protokole göre cereyan ediyor, acı çekenleri de çekilen acıları da görüyoruz ama "karşı tarafın" acısına tanıklık etmiyoruz.
Kabul ediyorum, işin içinde devlet, millet, vatan, ulusal birlik... varsa bu iş böyle cereyan edecektir. İşin kuralına uygundur her şey. Ama bir şeyin kurala uygun olması vicdanı köreltmeye yeter mi? "Öldürülen" herkesin yaşanan acıyı daha da mayaladığı, katılaştırdığı, koyulttuğu bir gerçek değil mi ve bu gerçek görmezden gelinebilir mi? Hele iş bir babanın acısı karşısında her türlü örfü, adeti, ananeyi, usulü, erkânı, vicdanı, insanlık anlayışını körelten, dağlayan bir noktaya dayanmışsa...

***


Kabul edelim ki, bu toplumun yaşadığı gizli, örtük bir şiddet hücrelerimize kadar işlemiş durumda. Farkında değiliz, her türlü yanlışımızda olduğu gibi, şiddet konusunda da gerçeğimizi hasır altına süpürmek, öylelikle görmemek istiyoruz. Hâlâ toplum olarak kendi gözünü kapayınca etrafında onu görmediğini sanan bir çocuk psikolojisi ve düzeyindeyiz.
Kadına yönelik, çocuğa yönelik, birbirimize yönelik şiddetin altında yatan sosyal psikolojik nedenleri burada sayıp dökmenin âlemi yok. Sadece Kürdü, Türkü ayırmayan trafikte bile ne türden bir toplumsal duygu içinde yaşadığımızı anlamaya yeter.
Bu gizli şiddetin üstüne şimdi her gün biraz daha militerleşmiş bir dil geliyor. Korumaların, güvenlik elemanlarının dili bu. Bir kulak verin etraftaki dile de bakalım şaşırmayacak mısınız? "Giriş yaptı-çıkış yaptı"dan tutun, "malum şahıs geçti"ye, "duyarlı ol"a kadar bir kafeye, lokantaya bile girerken duyduğunuz kırık dökük ünlemler tam da bu: şiddetin dili. İnsanlar, o korumalarla gezmeyi, o çatık kaşlarla dolaşmayı seviyor; sokaktaki kâhyaların bile kendi arabaları için başkasının yolunu kesmesini zevkle, hazla izliyor. Hal buyken Kürt meselesinin bu işlerdeki yeri, payı kimin umurunda olacak?

***


Ortada bir iç savaş var. Onun getirdiği nefret ve yılgınlık her gün büyüyor. Çözüm sadece yüksek politika değildir. Ondan çok daha fazla etkili olacak şey önce bu söylemi ortadan kaldıracak duyarlılığı sergilemektir.
Acısını paylaştığım Sırrı Sakık'a sabır ve metanet diliyorum. Keşke onun acısı bütün Türkiye'nin olabilseydi!