Sokak tartışması geçtiğimiz hafta Tayyip Erdoğan’ın "Sokaklara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Cumhur İttifakı sizi gideceğiniz yere kadar süpürecektir" tehdidiyle yeniden gündeme geldi.

Ardından da Kılıçdaroğlu’nun “Beyefendi anladığım kadarıyla bizim sokağa çıkmamızı istiyor, çıkmayacağız. Zorlayacak, baskı kuracak çıkmayacağız. Ama gereğini sandıkta yapacağız" açıklaması ile Meral Akşener’in “Ben böyle bir çağrıda bulunmadım. Sayın Uysal da Sayın Kılıçdaroğlu da yapmadı. Sayın Karamollaoğlu beyefendide de yok. Sokakta mücadele etmek, sokağa dökülmek gibi bir kelime, cümle kimseden çıkmamış. …… Ben ve arkadaşlarım 24 aydır esnaf geziyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu kanaat önderleriyle buluşuyor. Bunun içinde illegal, vatandaşı sokağa davet eden bir tavır, dil yok.” sözleri geldi.

Bu açıklama ve sözler iktidar ve yanı sıra muhalefetin halkın özgürleşmesinden, özgürlük alanlarını ve bunun bir parçası olan sokakları kullanmasından ortak bir şekilde tedirginlik duyduklarını ortaya koyması bakımından oldukça anlamlı.

Gösteri hakkına dair yüzyılları bulan mücadele geleneği, çok sayıda uluslararası sözleşme, AİHM ve diğer uluslararası yargı makamlarının kararları, Anayasa, yasalar ortadayken sokak protestolarını yasadışı, gayrı meşru gibi göstermek, bir de bunu Meclisin Kazakistan bildirisi ile imza altına almak yasa ve hukuk tanımazlığın, demokratik ilkeler karşısındaki samimiyetsizliğin, halkın demokratik haklarının tanınmamasının itirafıdır.

İktidarın sokaktan korkması gayet anlaşılır. Peki ama muhalefetin tavrına ne demeli?

Anketlerin ortaya koyduğu oy erimesi, bunu güçlendiren ekonomik kriz ve kötü siyaset tarzının devamı Cumhur ittifakının seçim kazanmasını epey güçleştiriyor.

Seçimi kaybettiğinde yargı ve siyaset önünde hesap vermek zorunda kalacak iktidar için ortada bir kaç yol kalıyor. Seçim sonuçlarını tanımamak, seçimleri yaptırmamak, seçimlerde hile yapmak ya da seçimleri eşit ve adil olmayan koşullarda gerçekleştirmek.

ABD gibi demokratik kurumların en gelişmiş olduğu bir ülkede bile Trump’ın seçimleri tanımayıp işi kongreyi basmaya kadar götürdüğü ve başarısızlığa uğrayan darbe girişiminin ardından başına hiçbir şey gelmediği bir dünyada Erdoğan’ın bundan daha aşağı davranabileceğini nasıl umabiliriz.

2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi bunun denemesiydi.

AKP ve Erdoğan’ın siyaset tarzına, çuvallara sığmayan yolsuzluklara, hukuksuzluklara dikkat kesildiğimizde olacaklar açıkça beliriyor.

Somut olasılıklardan birisi ekonomik kriz, küçük bir savaş, devlet terörünün müdahil olacağı bir toplumsal hareketlilik veya bir başka gerekçeyle olağanüstü hal ilan edilmesidir. Bu durumda son OHAL döneminde kimi örnekleri görüldüğü gibi mevcut rejim Anayasa 15. Maddeye uygun olarak “temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasını kısmen veya tamamen durduracak veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alacak”tır. Yani rejim muhaliflerinin konut dokunulmazlıkları, haberleşme, yerleşme, seyahat özgürlükleri, dernek kurma, toplantı ve gösteri düzenleme, süreli ve veya süresiz yayın çıkarma hakları yok edilebilecek, kanuni hakim güvencesine aykırı olarak kurulacak yeni olağanüstü mahkemelerde yargılamalar yapılabilecek, mallarına mülklerine el konulabilecektir.

Anayasa 119/6. Maddeye göre Cumhurbaşkanı son OHAL döneminde görüldüğü gibi yukarıda sayılan hak ve özgürlükler ile Anayasa İkinci Kısım 4. Bölümde yer alan seçme ve seçilme, parti kurma, partilere girme hakkı ve partilerin uyacakları esaslara ilişkin kanun hükmünde kararname çıkarabilecektir. Böylece siyasi partileri kapatabilecek, seçim kurallarını istediği gibi belirleyebilecektir. (CHP, İyi Parti gibi sistemin has partilerini ve onların liderlerini bile terörle bağlantılı gösterip olmadık hakaretlere muhatap kılan ve kapama sinyalleri veren Erdoğan rejiminin CHP’yi kapattım demesi hiç de sürpriz olmayacaktır.)

Yani bir zamanlar faşist ideolojinin sözcüsü ve hukukçusu Schmitt’in savunduğu gibi “düzeni” koruma adına normlar tamamen askıya alınacak, karar verme ve norm oluşturma yetkisinin egemenin iki dudağının arasında olduğu süresiz bir istisna hali, açık bir diktatörlük devreye sokulacaktır.

İktidar OHAL gerekçesi yaratma zahmetine girmezse kendisinin İstanbul seçimlerinde, muadili Trump’ın ABD’de gerçekleştirdiği gibi “yolsuzluk yapıldı”, “çünkü çaldınız” vs. diyerek kaybettiği seçimleri tanımayacaktır. Yüksek Seçim Kurulu’nun buna hayır demediği ve demeyeceği ortadadır. Böylesi bir kararın ertesinde ya yukarıdaki uygulamaları devreye sokacak resmi OHAL döneminde ya da fiili OHAL ortamında yapılacak şaibeli yeni seçimlerle iktidar sürdürülecektir. *

İktidar sahipleri zaten her fırsatta ülkenin muhalefete bırakılamayacağını tekrarlayıp durmaktadırlar. Türkiye artık iktidar partilerinin seçimle gelip gittiği, 60’lar, 70’ler, 90’lar döneminde değil. Büyük muhalefet partileri esasen sermaye düzenini savunuyor olsalar bile AKP ve Erdoğan rejimi kendisiyle bu düzeni savunan diğer kesimler arasında uzlaşmaz çelişkiler yarattı. Bu uzlaşmazlık ya teslimiyet ya da demokratik mücadelenin yükseltilmesiyle çözümlenebilir hal almıştır.

Demokratik mücadele kapsamında AKP’yi zorlayacak olan da etkisiz basın açıklamaları, meclis konuşmaları, öfkeli laf geçirmeler, sosyal medyadan gönderilen mesajlar, esnaf ziyaretleri, kanaat önderleri ile görüşmeler değildir.

Erdoğan iktidarı kaybettiğinde başına geleceklerden daha fazlasına maruz kalacağını görmediği, bunu gerçekleştirebilecek bir gücü karşısında bulmadığı taktirde adil seçimleri ve sonuçlarını kabullenmeyecektir.

Mevcut muhalefet partileri var olan etki ve güçlerini halka devretmek ya da en azından halkla paylaşmak istemedikleri, halkı dışta tutan klasik cumhuriyet yönetim tarzını devam ettirmeyi amaçladıkları ve aynı zamanda sahip olduklarını kaybetmemek için sokaklara çıkmama sözünü veriyor, vaat ettiği mitingleri gerçekleştirmiyor. Böylece ne samimi demokrat olabiliyorlar ne de ellerine kırıntılar bırakılarak bir köşeye itilecek acizler haline geleceklerini görebiliyorlar.

Dolara ve ekonomik krize endeksli muhalefet armut piş ağzıma düş politikasını sürdürüyor. Ancak bu gidişle ağızlarına düşenin Erdoğan rejiminin okkalı bir şamarı olacağı açık.

Seçimleri tanımadığında, süresiz bir istisna halini devreye soktuğunda halkın örgütlülük ve gücünün buna izin vermeyeceğini ve başının daha fazla derde girmeyeceğini düşünen, seçmenleri dışındaki kitlelerden ve muhalif partilerden ölesiye nefret eden, onlara karşı her türlü hukuksuzluğu, insanlık dışı muameleyi reva gören bir iktidarın seçimle gitme olasılığı son derece düşüktür.

Bu nedenle şiddetten uzak durarak ama iktidarın haksız ve hukuksuz şiddeti devreye girdiğinde buna sessiz kalınmayacağının ipuçlarını gösterir, bunun hazırlıklarını gerçekleştirir tarzda halkı özgürlük alanları olan sokaklara alıştırmak, çekmek muhalefetin görevidir, sorumluluğudur.

15 Temmuz’da sokağa çıkanlar hukuku ayaklar altına alan bir darbeye karşıydı. İktidar da halkı sokağa davet etmiş, sokakları savunmuştu. Seçimlerin tanınmaması, yaptırılmaması ya da OHAL ortamında eşit, adil yarışma imkanlarından yoksun bir seçim dayatılması açıktır ki darbedir, diktatörlük anlamına gelen istisnai bir rejimdir. Unutulmaması gereken husus 15 Temmuzda süpürülenin darbeciler olduğudur.

Bu anlamda CHP’nin vaat ettiği türden ilk adımlarını da attığı ve fakat nedense devamını getirmediği geniş katılımlı parti mitinglerinin gerçekleştirilmesi, her türlü hak ihlallerine karşı demokratik, meşru sokak eylemlerine devam edilmesi önemlidir.

İktidarın provokasyonlarını, sokağı terörize etme ve OHAL’e gerekçe oluşturma amaçlı adımlarını engelleyecek ya da etkisiz kılacak yöntemler bulmak; şiddetten uzak eylemlilik tarzları geliştirmek de ayrı bir sorumluluk ve görevdir. Sözsüz, slogansız, pankartsız bir şekilde onbinlerce insanın varlıklarını, güçlerini alanlarda, caddelerde, sokaklarda göstermesi, sadece sessiz bir şekilde durması ya da yürümesi kimi radikal sol çevrelerde küçümsenecek olsa da halkın gücünün gösterilmesi anlamında ciddi bir başlangıç, hazırlık olabilecektir. Meşru, barışçıl, hukuku ve özgürlükleri savunan kitlesel eylemler iktidara “Aklından bile geçirme” mesajı olacak, demokratik mücadele zeminini güçlendirecektir.

Ayrıca kazanılan bir seçimin tanınmaması halinde işe gitmemek, çalışmamak, üretimden gelen güçle hayatı durdurmak gibi planlar, düşünceler ve benzerleri de tartışılmalı, olgunlaştırılmalıdır.

Yoksa hukuksuzluklardan, haksızlıklardan, yolsuzluklardan kurtulmamız kolay kolay mümkün olmayacak.

________

* (Bütün bunlar dışında iktidarın şantaj, tehdit, pazarlıklar sonucu hesap sorulmama garantisi ile Yeltsin’den Putin’e geçişte olduğu gibi muhalefete devredilmesi; iktidara dokunmayan ama Nazarbayev gibi bir kenara koyan ve onun da kabul edeceği, mevcut yönetim sistemini değiştirmeyip tahkim edecek bir darbe ve akla gelmeyecek değişik Bizans/Osmanlı oyunları da masada. Ama bunlar başka yazıların konusu).