Dün odatv.com basıldı. Bu siteyi 2007 yılında Soner Yalçın ile ben kurdum. Soner Yalçın ile de yıllarca hem arkadaşlığımız hem de iş ortaklığımız vardı. Vardı diyorum zira odatv.com’u kurduktan sonra dünya görüşlerimizde ayrı düştük. İş ilişkimizi bitirdik, arkadaşlığımızı da rafa kaldırdık. Yıllardır görüşmüyorduk. Geçen yıllarda siyasi görüşlerimiz artık neredeyse taban tabana zıt hale geldi ama bu önemli bir gerçeği değiştiremez.

Dün evi basılan, hakkında gözaltı kararı çıkan Soner Yalçın gazetecidir. İşi-gücü okumak yazmaktır. Gördüğünüz görebileceğiniz en iyi entelektüellerden biridir. Sahaflardan çıkmayan, bir anda birden çok kitap okuyan, tarihe meraklı gerçek bir aydındır. Türkiye’nin en belalı dönemlerinde Cem Ersever kitabını yazmıştır. Soner Yalçın’ın bugün fikirlerine katılmayabilirsiniz, dünya görüşü sizi rahatsız edebilir, kitaplarını eleştirebilirsiniz, yazdıklarından hazzetmeyebilirsiniz hatta odatv.com’daki yayıncılık hoşunuza da gitmeyebilir ama Soner Yalçın’ın gazeteciliğine laf söyleyemezsiniz. Asıl mesele de işte burada başlıyor.

Eğer bugün sadece gazeteciliğinden rahatsız olduğunuz için Soner Yalçın’ı ya da başkalarını gözaltına alıp, evlerine, ofislerine baskın düzenliyorsanız veya bugün bu baskınlara ses çıkartmıyorsanız yani açık açık yazalım korku dağları sarmışsa vay halimize hepimizin. Demokratik bir ülkede muhalefetin gücü ve büyüklüğü rejimin barometresidir.

Bir gazeteciyi yaptığı haberlerden dolayı beğenmiyorsanız demokratik bir ülkede izleyeceğiniz yol bellidir: Mahkemeye gidip dava açarsınız. Eğer dava açmayıp evine, işyerine baskın yapıyorsanız zannetmeyin ki başı belada olan bir tek o gazetecidir.

Çok daha tehlikelisi, bir ülkede böyle bir algının ve korkunun doğmuş olmasıdır. Zira iletişim bilimi için gerçek tektir ve ‘algı gerçektir’.

Bu ülkede gerçekten basın özgürlüğü diye bir şey varsa gazeteciye gazeteci olarak davranılır. Her muhalif gazeteciyi tutuklamaya kalkarsanız o ülkedeki rejimin adı demokrasi değil başka bir şeydir. Bugün görüşleriniz taban tabana zıt olsa da yıllardır konuşmasanız da hatta aranızda hiç hazzetmeyen olsa da gazetecilerin özgürlüğü bir toplumun fikir özgürlüğünün ufkudur.

Ve görünen o ki ufukta güneş batıyor.

N’apan be güçlüğüm, eyisin?
Benim için Kıbrıs bir aile meselesidir. Mesela hafızamda çocukluğumla ilgili ilk anı Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na aittir. Ben henüz 4 yaşımın keyfini sürerken bir yaz günü o alayın meydanına ‘cemse’ler gelmiş babalarımız, ailelerimizle son kez vedalaşıp Kıbrıs’ı kurtarmaya gitmişlerdi. Babam, Beş Parmak Dağları’na inen komando birliğinin arasındaydı. Günlerce dağların arkasında mahsur kalanlar vardı ya işte onlardan biri... İkinci harekât düzenlendikten aylar sonra eve geldiğinde Kıbrıs’ta ne olup ne bittiğini hiç anlatmadı. Yıllar sonra bir gazeteci olarak belgeselini çektim. ‘Herkesin Babasının Anlatacak Bir Hikâyesi Var’ adındaki belgesel sayesinde adayı bir kez daha gezdik. Şehit arkadaşlarının mezarlarını ziyaret ettik. İlk kez savaşı ve savaşta yaşananları anlattı. Ağladı. Sustu.

Aile meselesi dediysem Kıbrıs meselesi sadece babamla sınırlı kalmadı. Ablam Kıbrıslı bir gence âşık oldu ve 20 yıl sonra babamın kurtarmaya gittiği adanın Türk tarafında yaşamaya gitti. Bu vesileyle 20 yıldır bir ayağımız Kıbrıs’ta. Her yıl gidip geliyoruz. Lafı dolandırmayalım; Kıbrıslıları çıkartırsanız, Kıbrıs dediğimiz yer büyük bir askeri kışladır. O kadar çok yasaklı alan vardır ki insan hâlâ savaş devam ediyor zannedebilir. Güney belki Kıbrıs’ın yarısını kaybetmiştir ama savaş travmasını atlatıp yeni bir hayat kurmuştur. Kuzey ise o bitmeyen savaşta sıkışıp kalmıştır. Her savaş ekonomisinde olduğu gibi karapara patlamış, kumarhaneler koskoca adanın tek gelir kaynağına dönüşmüştür. Yanlış anlaşılmasın Kıbrıslı Türkler değil pek çok kumarhaneyi Türkiye’den giden isimler işletir.

Toplu taşıması olmayan, ticareti geliştirilmeyen, üniversitesi çok, turizmi yok ve tek hedefi Türkiyelileştirilmek olan bir ülkedir. Devlet dairesi dışında insanlara yaşam alanı kalmamış açık bir yara gibidir.

Kıbrıs’ın kuzeyini aldık belki ama hiçbir zaman aldığımız toprakları Kıbrıslılara geri vermedik. Kıbrıs’ın bir ülke, Kıbrıslıların bir kültürü, dili olduğunu görmezden geldik.

Şimdi buna itiraz edenlere kızıyor Başbakan... Fırça atıyor, üstten bakıyor, Kıbrıslıları cezalandırmaktan bahsediyor.

Babam uğruna savaştı, ablam âşık oldu yerleşti ama yetmedi. Birimizin bu durumu sadece Başbakan’a değil bu ülkeyi yöneten tüm siyasilere anlatması gerekiyor; Kıbrıs Türkiye’nin rehin aldığı hor görülecek bir iç ülke değildir. Kıbrıs Kıbrıslılarındır.

Gel de şaşır!
Memleketi bir hafta bıraktım başına gelmeyen kalmamış. Geldim bir de ne göreyim! Türk ordusundaki generallerin tutuklu sayıları %10’u bulmuş bile...

Azra Akın dans şampiyonu olmuş, Defne Joy Foster’ın kocası Beyoğlu barlarına akmaya başlamış.

Nurgül Yeşilçay ‘Özer’leri değiştirmiş.

Mısır’da demokrasi gelmiş, askeri darbe olmuş bizde bayram havası.

Gözaltılar, tutuklamalar, fırçalar...

Tek kelime ile cehenneme hoş geldim.