Demokrat Haber için, A.Rahim Kılıç’la gerçekleştirdiğim söyleşide, onun oldukça vurucu bulduğum bir sözünü öne çıkarmıştık. A.Rahim, ”Sosyal medya en çok şiiri vurdu” diyordu. Ben de aynı konuyla ilintili olarak anlam bağlamını bozmadan kısacık bir değişiklik yaparak “Sosyal Medya En Çok Şairi Bozdu” başlığıyla farklı bir boyuttan bir katkı yapmak istedim.

Bu konuya ilişkin, yazı yazmaya karar verdiğim günlerde daha önceki tartışmalarını sosyal medya üzerinden küfürleşmeye dönüştüren şairlerin sergilediği tutum ilginçti. Facebook’ta başlayıp Kadıköy’de biten canlı yayın düello daveti ve sonrasındaki şiir iklimine hiç de katkı sunmayan gerginlikler gündemi meşgul etti. Neyse ki taraflar bu tartışmaya ilişkin aklıselim davrandı olay bir sosyal medya restleşmesinin ötesine geçmedi. Yazılan çizilenler video paylaşımları silindi, geçici bir sulh sağlanmış, kılıçlar şimdilik toprağa gömülmüş oldu.

Daha önce de belirttiğim gibi, yaptığımız röportajda sosyal medyanın şiir üzerindeki yıkıcı etkileri ortaya konmuştu. Peki, sosyal medya şiiri bu denli geriletmişken şairleri nasıl etkiledi? Bu konu üzerinde kafa yormak, kalem oynatmak elbette kolay değil. Çünkü neresinden tutulsa elde kalan insanı fazlasıyla yoran bir gerçeklik var ortada. Bu durum, kafaları karıştıran tuzak sorularla yaşanılan süreçleri maniple etmeye yarayan yaklaşımlarla daha da zor bir süreç haline getiriliyor.

Şimdi bu karmaşık soruların cevaplarını, genç şair adayları üzerinden, elden geldiğince izlenimlerime bağlı kalarak vermeye çalışacağım. Bu cevaplar kimilerine öznel gelebilir. Doğrudur yaklaşımım öznel olabilir buna zaten itirazım yok. Başta da dediğim gibi bunlar benim kendi gözlemlerime dayalı izlenimlerim. Bir başkası kendi cephesinden, sınıfsal konumundan ve dünyayı algılama biçiminden, aynı konuyla ilgili daha farklı sonuçlara ulaşabilir.

Şiir serüvenine başlayan her şair adayı, kuralları ilişkileri önceden belirlenmiş edebiyat çevrelerine ulaşma çabası içinde yola çıkıyor. Şiirini tanıtarak daha fazla okurla buluşturma, edebiyat ortamında kalıcı olma hevesi genç şairi, bir takım davranışlara itiyor. Papyonlu ödül jürilerine yakınlık, dergilerde sıkça görünür olmak hatta kitap fuarlarındaki etkinliklerde yer almak için şiirden önce müritlik ilişkilerinin önemli olduğunun bilincine ortama adım atar atmaz sahip oluyor. Daha yolun başında edindiği bu marazi tutum, onun şiir serüveninde tüm yaşamını belirleyecek davranış kalıplarını, biçimlerini içselleştirdiği sürecin başlangıcıdır aynı zamanda.

Genç şair, biliyor putlara saygı duyunca elinden tutulacağını. O yüzden hemen bir gruba girmeye çaba göstererek zamanla rüştünü ispat etmeye çalışmak ilk hedeflerinden biri haline geliyor. Usta çırak ilişkisi gibi görünse de o gelenekten epey uzak bir davranış şekli ve gelişim süreci bu. Usta çırak ilişkisinde gönüllülük motive edici bir durumken buradaki yaklaşım fayda ilişkisi üzerinden kurgulanmış piyasa edebiyatına denk düşen anlayışın yansıması.

Büyük bir siyaset ustası olarak denge politikasını, ustalıkla uygulamayı hemen öğreniyor genç şair. Bu hangi ata bahis oynayacağını bilmek için sağlam tüyonun gerekliliği üzerinden gelişen bir öğrenme modeli. Genç şair, iyi bir gözlemci olduğu için en iyi zar atacak, en iyi kuponu yapacak, ekiplerle tanışıklığın yollarını arayıp bulma telaşında. İşte bu yüzden yanlış ata oynama korkusuyla denge politikasını kısa sürede bütün ilişkilerini belirleyen yaşama biçimi haline getiriyor. Orta yolcu tutum, yolun başlangıcında denge politikasına uygun düşen dikensiz bir yol… (Tabi ki bu tutum güvenli bir liman bulduğunda tam karşıtına dönüşecek potansiyele sahip.)

Gruplaşma, şairi şiirden önce varoluşsal olarak motive eden bir edim. Gözlemleri sonucu içinde yer aldığı grupla örgütlenmiş bir şekilde çok hızlı hareket yeteneğine sahip. Birlikte yol aldığı grubun bileşenlerine sosyal medya üzerinden bir itiraz ya da eleştiri yapıldığında rüştünü ispat etmek için yalın kılıç dalıyor ortama. Ne kadar çok düşmana kılıç sallar, zayiat verdirirse o kadar iyi ve makbul. Bilgisayar oyunlarına alışık olan neslin, sanal ortamdaki düşmanlaştırdığı kişilere karşı tutumu ve tavrı aynı oyun içerikleri gibi yıkıcı ve tehditkâr.

Beğeniler, nefretleri sevinçleri bilindik olduğu üzere ortak. Yani kendilerine has beğeni, algılama ve estetik özgünlük yok. O sıradanlığın ve bayağılığın peşinden koşmak için adeta yeminli. Sürü psikolojisinden kurtulamıyor, ortaklaşa cinnetin dipsiz kuyularında yatan müren gibi avını bekliyor. Gücü yeterse tek hamlede midesine indiriyor avını, yetmezse boynunu büküp el pençe divan, vaziyet alarak pusuyor, suskunluğa boğuluyor uzun süre.

Yeri geliyor, nefret diliyle linçe kalkışıyor, yeri geliyor işaret edileni alkışlıyor avuçlarını patlatırcasına. Her ne kadar bu tutum kişinin ruh dünyasında gelgitlere ve çöküntülere yol açsa da o doğru yolda olduğundan emin. Sadakatin sonunda öyle ya da böyle elinden tutulacağı beklentisi hala kalbinde diri. Eğer beklentileri sürekli canlı tutulup umutları tazelenmezse bir süre sonra savrularak karşı cephede yer almaktan hiç çekinmeyeceği de ortada.

Küfürbaz, kabadayı her şeyin merkezinde kendisi ve şiiri var. Günlük hayatında süklüm püklüm sümüklü bir çocuk gibi içe dönük ama her nasılsa eli klavyenin tuşlarına dokununca bütün hıncını karşısındakinden çıkarmaya meyilli ve sonuna kadar yeminli. Konuşmaları ifşa edilince insanlık suçu sayılabilecek argümanları muhatabına karşı hiç çekinmeden kullandığı görülebiliyor. Bu durum karşısında en iyi savunma yalanlama olduğundan özellikle avukatlar aracılığıyla suç duyurusu yapılacağı söylemiyle sosyal medyada kendini aklıyor. Sonraki günlerde ortada ne bir suç duyurusu ne de bu kavgalardan ceza almış biri var ortalıkta. Her şey unutulup gidiyor hafızanın adeta sıfırlandığı sanal mekânlarda.

Solcu, sosyalist söyleme sahip, uçlarda geziniyor ama ilk eleştirdiği Nazım Hikmet ve toplumcular oluyor. Paylaşımlarında ara sıra İslamcı, metafizik-mistik şairlere methiyeler düzüyor. Hatta kıyıda köşede kalmış şairleri de sayfasına taşıyarak sıkı şiirleri olduğunu vurguluyor. Özellikle İsmet Özel’in dizeleri paylaşılarak onun kişilik özelliklerine takmamak gerekliliği üzerinden iyi bir şair olduğu vurgusuna kısa yoldan ulaşılıyor. Hatta Nazım’dan daha iyi bulduğunu kısacık şiir tahliliyle ayaküstü yapmakta beis görmüyor arkadaşımız. Görmüyor çünkü çevresindeki sesleri duymamakta oldukça kararlı. En can sıkıcı olan da bu karşı cepheye yapılan güzellemelerin kendini bir çeşit temize çekme ve sağlama alma iradesi içermesidir.

Sosyal medyada militan, kitlesel mücadelede alanlara sıcak bakmıyor. Militanlığın içinde anarşizm, Bakunin soslu paylaşımlar yapılarak her türlü otoriteye karşı olunduğu vurgusu göze sokulmak istendiği için, sol sosyalist, özgülükçü tavır da unutulmuyor. Sağ sol fark etmez her anlayışa aynı mesafedeyiz asıl meselemiz “şiir” tanımlaması bu anlayışın demokratik yönü olarak vitrin görevi üstlenmekte.

Kısacası, sol soslu, sokak jargonlu seviyesiz bir kişilik klavyenin ucunda rakibini dikizleyen engerek gibi fırsat kolluyor. Bodoslama daldığı çıkmazda gündem yaratacak çıkışlarla şiirinden önce egosuyla var olmaya devam ediyor.

Şairin bozulduğu yerde, şiir kan kaybediyor, toplumsal mücadele alanlarından çekilip cılız akan bir çavlan gibi kendi çölünde yok olmak üzere hızla yol alıyor.

Devrimci şiirse hala görünür değil, piyasacı edebiyatın dayattığı koşullara müdahale edecek gücü ve örgütlüğü yok. Toplumun direniş dinamiklerinin yok edildiği ortamda ister istemez o da star sisteminin yarattığı koşulların ağır saldırısı altında ya var olana eklemlenme çabasında ya da kıyıda köşede kendi içine çekilmiş yalnızlığın tozlu raflarında mızmızlanarak ağıt yakıyor.