Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

Geçtiğimiz günlerde, Klaros yayınlarından “Yasaktır Bu Aşktan Çıkmak“ adlı ikinci şiir kitabını yayımlayan Eğitimci-Şair A.Rahim Kılıç’la şiiri üzerine ve edebiyat anlayışına ilişkin bir söyleşi gerçekleştirdik…

-Okuyucularımıza kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Uysal ve yaralı bir sınır kasabası olan Ceylanpınar’da doğmuş, ürkekliğini ovadaki ceylanlardan, hırçınlığını aşiret kavgalarından almış bir şiir serüvencisiyim. Tabiî ki kendini anlatmak zordur! Kimsin sorusunun tam yanıtı nedir ki ömrümüzde? Doğduğumuz yer, anne baba, meslek ve eğitim serüvenimiz mi ya da yürekte yaşanan mı, karar vermek zor. Bence okuyucu beni şiir ve sanat yönümle tanımalı, yani hayata benim kattıklarımla, ruhumdan damıttıklarımla tanımalı. İflah olmaz bir şiir düşkünüyüm. Bunun yanında yıllardır çeşitli gazete ve televizyonlarda çalıştım. Gazeteler, dergiler yayımladım, filmler çektim. Binlerce radyo ve televizyon programı çektim, sunuculuk yaptım, hâlâ da bu mesleğe devam ediyorum. Dikkatinizi çekerim meslek dedim, çünkü bütün bu işleri ekonomik sebeplerle yapıyorum. Şiir ise bütün bu uğraşlardan sonra huşuyla sığındığım mabedim, kendimle kaldığım, ruhumla hesaplaştığım, keşkelerimle savaştığım dergâhım.

-2008 yılında “Homeros Şiir Ödülü”nü Halim Yazıcı’yla paylaştınız. Çok tartışmalı bir konu olan “şiir ödülleri” hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Şiir serüveninizde almış olduğunuz bu ödülün yeri nedir?

Samimi söylemek gerekirse bu ödülü almak hiçbir anlam ifade etmiyor. Beni ödül komitesinden ilk aradıkları zaman sevincimden çığlık atmıştım. Zamanla taşlar yerine oturunca, ruh olgunlaşınca sıradanlaştı. Aslında bunca şiir ödülü arasında neredeyse ödül almamış şair kalmamış. Bazıları sadece ödül almak için kitap yayınlamış sanki. Yani ödüllü şair olmak bana hiçbir katkı yaratmadı. Bir de zaten ödüllerin ciddiyeti de artık kalmamış. Ünlü şairlerimiz elbirliğiyle kendi yaşam alanlarını dejenere ettiler, yok ettiler. Şairin ciddiye alınmaması, şiirin yeterince okur bulamaması, yayınevlerinin şiir kitabı basımına olumsuz yaklaşımları bunun sonucudur!

-”Cebimde Çakıl Taşları” adlı ilk kitabınızdan sonra uzun süre sessiz kaldınız. Bunun özel bir nedeni var mı?

Tam on yıl sonra “Yasaktır Bu Aşktan Çıkmak” kitabını yayımladım. Bu uzun süreçte şiirden hiç kopmadım, ama sanırım sinema ve televizyonculuğa epey zaman harcadım. Bunun yanında Kürtçe de yazıyorum. Şiir anlamında uzun bir suskunluk dönemi oldu, evet haklısın, ama anadilimde eserler verdim. Mesela kültürel kodlar, dilbilim, göstergebilim gibi dallarda Kürtçe hiç eser yoktu. Çeviriler yaptım, Baudrillard, Foucoult artık Kürtçede de biliniyor. Ya da en azından tarihe bir dipnot düştüm. Anadilime borcumu ödemeye çalıştım, diyelim. Çokça okuyan, ama şiir yazarken dizelere zaman harcayan biriyim. Şiirin demlenmesi gerektiğine inanıyorum. Bir gecede şiir kitabı yazabilenlerden değilim. Ya da her yıl kitap fuarına eser yetiştirme çabasında olanlardan değilim. Şiirime imge damıtıp dizelerimi ustaca kurmak, zarafetten ödün vermeden şiirimin yapısını kurmak istiyorum. Çok kitap yayımlamak değil, az kitap ve kaliteli şiir derdim var. Unutulmasın ki Ahmed Arif, Necati Siyahkan’ların toprağından nasipleniyorum.

-“Yasaktır Bu Aşktan Çıkmak” geçtiğimiz yıl Klaros yayınlarından çıktı. İlk kitapla kıyaslandığında aşk temasının daha yoğun işlendiğini görüyoruz. Bu değişimin nedenini açıklayabilir misiniz?

Fakat sıradan bir aşk değil benimkisi. Aşk kavramının dizelerimde toplumsal bir karşılığı var. Tene sıkışmış bir aşk değildir anlattığım. Nazım’ın “sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim” dediği ruha sinmiş bir aşktır. Bazı eleştirilerde bana servet-i fünun dönemi hatırlatıldı. Baskılardan ötürü mü şiirde aşk tema’sı ön planda denildi. Eğer bir şair, sistemden, iktidarlardan korkup şiirine edep gömleği giydiriyorsa cehennemde yansın!

-Şiirinizde yaşadığınız kadim coğrafyanın izlerini leitmotif olarak görebiliyoruz.

Bizim dilimizde maalesef acı, artık bir nakarat. Bir şiirimde geçen dizedir: “Kazım daha olumlu şeyler yaz diyor”. Ne yapalım bunca savaş, işkence, işsizlik, yoksulluk yaşanırken, zulüm kendini dayatmışken mutlu şiirler mi yazalım? Geçen gün ulusal bir gazete manşet atmıştı, “Ülkemizde yetişkin nüfusun yüzde 74’ü iş sahibi” diye. Yani yüzde 26’sı işsiz dememek için haber manipülasyonu yapıyor. Şair de onlara mı benzesin! Dostum, ben acı çeken, kimliği yasak, dili yasak bir halkın bireyiyim. Şiirimde de, yazılarımda da, filmlerimde de, programlarımda da bunu dile getirdim, getiririm. Hakikatimiz budur. İnsanlığın ilk beşiği Mezopotamya’nın kadim halkı Kürtler ve coğrafyaları elbette şiirimin imgesi olacak. Dört Ayaklı Minare’nin ayakları dibinde vurulan avukat Tahir Elçi’yi yazmasam şiir ruhum beni affetmezdi.

-Yaşanılan acılar içinde yılgınlığa korkuya düşmeden kendinizi tam olarak ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz?

Korku, insani bir duygudur, herkes korkar. Şair de korkar, ama şiirin sınırsız olanakları içinde imgelerin gücüyle mesajını verebilir. İlle de slogan gibi dizelerle haykırmak gerekmez. Televizyonculukta subliminal kavramı vardır. Şair de imgelerini aslında böyle kullanıyor. Kaldı ki benim öyle bir kaygım yok, evet baskı var, evet oto sansür var, ama şaire sökmez! Ya da buna inanmak istiyorum.

-Biraz önce yaşanılan coğrafyanın şiirinizdeki izlerinden bahsettik. Yine bununla ilintili olarak son kitabınızda “arkaik ve İslami” çağrışımlar yapan sözcükleri fazlaca kullandığınızı görebiliyoruz. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz?

Haklısın, yaşadığımız coğrafya, toplumsal yapı şiire sızıyor. Bunu bir tercih olarak görmeyin, toplumsal hakikatimiz olarak görün lütfen! Aslında modern şiirde uzun zaman bazı İslami terimlere mesafeli duruldu, oysa şiirin özgürlük alanında her sözcük yer bulabilmelidir. Önemli olan şey şiire yakışıp yakışmadığıdır.

-Günümüzde şiir kitabı bastırmak, şiiri okuyucuyla buluşturmak oldukça zorlaşıyor. İş öyle bir hal almış ki herkes birbirine kitabını hediye eder durumda Bu zorluğu doğuran kültürel kodlar hakkında neler düşünüyorsunuz?

Hangi şaire, yazara yaklaşırsanız aynı yakınmayı duyarsınız. En başta şair, şiir okumuyor. Başkaları ne yazmış merak etmiyor. Kendini sırça saraylarda sanan egosu şişkin yoksul şairler var. Alkol ortamlarında ruhunu deşen, sen bana ödül ver ben de sana diyen, sen beni öv, ben de seni ortamı. Şiir, edebiyat çevrelerinde de cemaatleşme var. Bu cemaatleşme ünlü yayınevleri adlı dergâhlar ve müritleri diye tanımlanabilir aslında. Bir de türeme yayınevleri çoğalmaya başladı son zamanlarda. Birkaç bin lira alıp kitabınızı basıyorlar ve size birkaç yüz kitap gönderiyorlar. Kitabın dağıtımı, tanıtımı filan yok, sadece kitabı basıp parayı alıyorlar, o kadar. Şair de maalesef bunlara mecbur. Çünkü varlıklı ve dağıtımı güçlü yayınevleri marka isimlerin kitaplarını basıyorlar. Genç bir şairin bu tip yerler dışında seçeneği yok ne yazık ki. Kitabını alıp ünlü ağabeylere göndererek belki bir “tanıtım hakkı” kazanırlar, umut işte!

-Şiirin okuyucuyla buluşturulması ve eski saygınlığını kazanabilmesi için popüler kültürün yıkıp geçtiği edebiyat ortamına nasıl müdahale edilebilir? Ya da verili koşuşlarda bu mümkün müdür?

Medyada çalışan biri olarak da söylüyorum. Sosyal medya en çok şiiri vurdu. Özlü söz tarzında paylaşımlar, kısa metinler, kırk karaktere sığdırılmış karaktersizlikler en çok şaire zarar verdi. Şair belki de bu yeni mecrada kendine alan yaratmalı. Bir çıkış yolu olarak biliyorsun şiir klipleri hazırlıyorum, epey ilgi çekiyor. Şairin tanınırlığı artınca şiiri de okunmaya başlıyor.

-Son söz niyetine ne eklemek istersiniz?

Senin gibi şiire aşkla bağlı ve toplumsal duyarlılığı yüksek, vicdanlı şairlere gereksinim var. Şairin kirlenmeye hakkı yok. Şair duru olmalıdır. Şairin hırçınlığı, sıra dışılığı sistemlere, haksızlıklara, zulümlere karşı dik durmasından, halktan yana tavır almasından kaynaklanır.