Sosyal medyanın birey ve toplum üzerindeki etkileri üzerine çok şey yazılıp çiziliyor. Ancak yazılanların çok azı bu yeni medya tüketim tarzının birey psikolojisi üzerine ‘farklı’ etkilerine odaklanmış durumda. Sosyal medyayı bir kitle iletişim aracı olarak değerlendiren, dolayısıyla toplumsal algının nasıl oluştuğuna odaklanan geleneksel sayılabilecek yaklaşımların ötesinde, bireyin medya tüketimindeki psikolojik dalgalanmalarına odaklanmak önemli olabilir.

Geleneksel medya ile sosyal medya arasındaki temel farklardan biri; geleneksel medyada (gazete, radyo, TV) içeriğin bir zaman dizgesi içinde bölümlendirilmiş olmasıdır. Örneğin bir TV yayın akışını ele aldığımızda, belirli programlar belirli sırada izler kitleyle buluşur. Ya da örneğin akşam haberleri belirli bir dizgeye sahiptir: Önce siyasi gündem, sonra adli haberler, magazin haberleri, spor haberleri, hava durumu… gibi. Gazeteler de benzer bir yapıda içeriği bölümlere ayırır. Dolayısıyla izleyici ya da okuyucu tüketeceği içeriği seçer ya da belli içeriklerden kaçınır. Bir okuyucu siyasi haber sayfalarını atlayarak spor haberlerine odaklanabilir. Başka bir izleyici TV haber bültenindeki siyasi nitelikli haberleri izledikten sonra diğer haberlerle ilgilenmeyebilir. Dolayısıyla izleyici/okuyucu belirli bir editoryal süzgeçten (gatekeeper) geçen içerikler arasında seçimler yaparak medyaları tüketir. Medya ile olan bu ilişki izleyiciyi/okuyucuyu konforlu bir alanda tutar. Nerede ne ile karşılaşacağını bilir ve seçim yaparak dizginleri elinde tuttuğunu düşünür.

Sosyal medya ile ilgili en yaygın iddialardan biri okuyucu/izleyicinin kullanıcıya dönüşerek tüketeceği içerikle ilgili daha fazla kontrol sağladığıdır. Kullanıcı istediği hesapları takip ederek, engelleyerek, istediği hesaplarla etkileşime girerek kendi medya akışını oluşturur. Herhangi bir editoryal süzgeçten geçmeyen içeriklere ulaşma imkanı elde eder. Geleneksel medya ile karşılaştığında daha aktiftir ve içerikler üzerinde daha fazla kontrol sahibidir.

Akış üzerinden bir değerlendirme yaparsak; geleneksel medya akışları (editoryal süzgeçten geçen, bölümlere ayrılmış, doğrusal ilerleyen) ile sosyal medya akışları (kullanıcının takip ettiği kaynaklardan gelen, mesajların birbirinin ardı sıra belirli bir konu bölümlemesi olmadan geldiği, dağıtık ilerleyen) arasındaki en büyük ayrımın izleyici/kullanıcı kontrolü olması değil, içeriklerin düzeni olduğu görülür. Dominic Pettman, Sonsuz Dikkat Dağınıklığı adlı kitabında buna hipermodülasyon diyor. Yani: “…bir yandan türler arasındaki dostlukları içeren videoları keyifle izlerken neredeyse eş zamanlı olarak son dakika düşen suç videolarının iğrenmemize yol açtığı (sürekli) farklı yönlere çekilmekten kaynaklı bir duygusal uyumsuzluk.”*

Gerçekten de sosyal medya akışı ardı ardına birbiriyle ilgisiz -hatta çoğu zaman uç duygulanımlar yaratan mesajları neredeyse eş zamanlı olarak algıladığımız bir karmaşadır. Peki bir anda kedi videosuyla gülümsemek, bir anda bir kadın cinayeti videosu ile sinirlenmek, ardından başka bir mesajla şaşırmak, ardından başka bir mesajla korkmak…… ve bunu gün içinde saatlerce yapmak, insanlar üzerinde nasıl bir kalıcı etki bırakır? Medya ile ilişkimiz nasıl şekillenir ve bu topluma nasıl yansır?

Hipermodülasyon

Anthony Burgess’ın romanından uyarlanan Stanley Kubrick filmi Otomatik Portakal’da meşhur bir sahne vardır. Bir kadına tecavüz edip, öldürdüğü için 14 yıl hapse mahkum olan Alex’e 2 yıl sonra bir anlaşma önerilir. Alex, şiddet eğilimli suçluları tedavi etmekte kullanılan yeni bir yöntemde kobay olmayı kabul ederse tahliye edilecektir. Ludovico Yöntemi, aslında psikolojideki klasik koşullanmanın (Pavlov’un Köpeği) uç bir yorumudur. Kişiye bırakması istenen davranışı gösteren görüntüler zorla izletilirken, aynı zamanda verilen çeşitli ilaçlarla kişi hasta hissettirilir ve bu görüntülerden tiksinmesi amaçlanır. Bir dönem eşcinsellere uygulanan bu ‘tedavi’ kitapta/filmde Alex’i şiddetten tiksindirmek için kullanılır. Sonuçta Alex şiddetten tiksinir ancak bir ‘yan etki’ olarak şiddet görüntülerinin arka planında çalan müzikten de tiksinir (Bethoven 9. Senfoni).

Her ne kadar bir sosyal medya kullanıcısı ile Alex’in durumu eşleşse de (gözünü ekrandan ayıramama hali), Alex’in şiddet görüntülerini bir duyguyla (tiksinme, hasta hissetme) ilişkilendirmesi ile sosyal medya kullanıcısının akış karşısındaki duygusal salınımları arasında ters yönlü bir ilişki var. Bir yanda bir içerik (şiddet) ve bir duygu (tiksinme) yoğun olarak eşleşirken öte yanda sürekli küçük içerik patlamalarıyla kişinin duygusal durumunu kısa, kesik bölümlere ayıran bir akış var. Sosyal medya akışını izleyen bir kullanıcının ruh hali sürekli değişir. Duyguları ve eylemleri hızlı keskin reaksiyonlara indirgenir. Herhangi bir konu üzerinde yoğun olarak düşünemez çünkü sıradaki içerik hem dikkatini toplamasını engeller hem de duygu durumunu değiştirir. Kullanıcı bir dizi kaotik mikro olayla karşı karşıyadır ve buradan tutarlı bir düşünce ve duygu geliştirmesi beklenemez.

“Hipermodülasyon, kişisel tercihlerimizi tatmin edip, kendi ‘filtre baloncuklarımızı’ yaratmamızı sağlayarak ferdiyet duygumuzu okşar. Ne var ki tıpkı ışığın karşı konulmaz bir biçimde kara deliğe sürüklenmesi gibi, biz de her durumda ağın yanlı topografyasının bizi son çıkan ‘ticari olaya’ doğru götürmesine izin verdiğimiz için, nihayetinde kazanan hipermodülasyon olur.”*

İnternetin giderek insan belleğini zayıflattığı, konsantre olmayı zorlaştırdığı ortada. Buna ek olarak yoğun sosyal medya kullanımının, özellikle gençler üzerinde çeşitli psikolojik etkilerinin (stres, anksiyete, depresyon…) olduğu da birçok çalışmayla gösterildi. Ancak bundan daha fazlası var. Medya ile ilişkimiz kökten değişti ve bu değişim geçici bir hevesten ileri gelmiyor. Sosyal medya geri-döndürülemez bir şekilde hayat ile olan ilişkimizi dönüştürüyor. Sosyalleşmekten, toplumsal konulara yaklaşımımıza, bilgiye erişimimizden duygularımız üzerindeki kontrolümüze hemen her şey değişiyor.

______________

*Dominic Pettman’ın Sonsuz Dikkat Dağınıklığı: Gündelik Yaşamda Sosyal Medyaya Odaklanmak kitabı sosyal medya üzerine güzel bir beyin jimnastiği. Petman kitabında sosyal medyanın bireyin konsantrasyonu (dikkat dağınıklığı) üzerindeki olumsuz etkisini eleştirmiyor. Bu ‘yeni’ durumu kabul edip, bunun politik, sosyolojik ve psikolojik etkilerini araştırıyor, buradan nereye gidilebileceği üzerine kafa yoruyor.