Bir süredir gündemimizden düşürmediğimiz bir tartışma konumuz var. Adına "Arap Baharı" dediğimiz sivil halk hareketlerinin bölgedeki diğer halklara feyiz verip, özgürlük getireceği öngörülüyordu. Baskı, zor, ve işgal altındaki halkların "demokrasi rüzgarı" olarak tanımladığı isyan. Yani sonradan neredeyse tüm bölgeye  "Zemheri Kış" olarak geri dönen "Arap Baharı".

​Aradan bir kaç yıl bile geçmeden, bu hızlı başkalaşım neredeyse tüm dünyayı olumsuz etkileyen bir kaosa dönüştü. İsyancıların özgürlük beklentileri tersyüz oldu, dikta rejimler türedi. Çıkan iç savaşlarda milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Milyonlarcası yurdundan göç etmek zorunda kaldı. Bu büyük göç dalgası tüm dünyada ciddi bir mülteci krizi yarattı. Hükümetler bu mülteci akınına karşı çözümler üretmeye yöneldi. Umut tacirleri binlerce insanın hayalin sulara gömüp, büyük bir insanlık dramını yaşattılar.

​Bu başkalaşım ve göç ırkçılığı hortlattı, ekonomiye daha büyük bir yük bindi. Bu ekonomik darboğaz gayri meşru sokak olaylarını da beraberinde getirdi. Yerleşik halk ile göçzedeler arasında ciddi olaylar meydana geldi. Görünen o ki durumdan kimse memnun değildi.

​Tüm bu yaşananların karşısında mesele ile ilgili en tutarsız tavrın sahibi AKP iktidarı ve Saray Yönetimi oldu. Daha en başından bile göçzedeleri kabul ederken Arap-Kürt ayırımı yaparak meseleye insani yaklaşmadığını gösterdi. Ardından sınırda IŞİD'e yönelik pozitif yaklaşımı, Kürtlere ve Rojava Devrimine bakışını ortaya koyuyordu. Oysa Kürtler yurtlarını terk etmeyerek Ortadoğu'da en büyük kazanımın sahibi oluyorlardı.

​Göçzedeler bu kadar olumsuz koşullarda kabul edilirken AKP ve Saray Diktası bu durumdan istifade etmek için Avrupa ülkelerinin iktidarlarıyla pazarlık yapıyordu. Yerlerinden yurtlarından edilen milyonlarca göçzede bu sefer para pazarlığı konusu yapılıyordu. Kamyonlara otobüslere doldurularak sınır dışı edileceği tehditleri havada uçuşuyordu.

​Şimdilerde AKP iktidarının bu göçzedelere ilişkin yeni bir projesi var. Bu sıralar Suriyelilerin vatandaşlığa kademeli alınması meselesi dillendiriliyor. Bununla ilgili çok faklı çevrelerden, farklı sesler yükseliyor. Vatandaşlığa alınmaması için büyük tepkiler gösteren çevreler var. Tepkilerin dozu bu kadar yüksek olunca "bize yarayanlar ve yaramayanlar"ayırımı yapılacağı ifade edildi. Bu yarayan, yaramayan kriteri istenen yere çekilebilirdi. Kısacası meselenin insani yanı bir kez daha rafa kaldırılmıştı.

​Durum bu olunca Havuz Medyası kolları sıvadı minareye kılıf uydurmak için... Tabi yaltaklanmayı meslek haline getiren Doğan Medyası da anında Türk ve Suriyelilerin kültürünün ne kadar benzeştiğini, aile yapılarının nasıl örtüştüğünü allandıra ballandıra yayınlar yapmaktan geri durmadı.

​Elbette Suriyelilere vatandaşlık verilmesi meselesini bir kaç yönden değerlendirme ihtiyacı vardır. Meselenin asla gözardı edilmemesi gereken yönü insani yönüdür. Mültecileri insanca yaşatacak her türlü tedbir alınmalı. Ama elbette en doğru sonuç mültecilerin tekrar kendi yurtlarına dönmelerini sağlayacak istikrarlı bir dış politikanın sahibi olabilmektir. ​Ancak halen Suriye Rejimi ile savaş halinde olup, orayı yaşanmaz alanlara dönüştüren tutumda ısrar edip diğer yandan mültecileri yeni bir politik arzuya malzeme yapmak iki yüzlülüktür. Bu insani bir davranış biçimi değil, politik bir pazarlık için elde tutulan bir kozdur.

​Bu meselenin başka bir yönü de Kürt sorunu ile olan bağlantısıdır. Bu meselenin Kürtler ve Kürt Siyasal Hareketi tarafından doğru değerlendirilmesi gerekiyor. Birincisi çoğunluğu Araplardan oluşan bu toplumsal yığınların Kürt Toplumsal muhalefetinin etkili olduğu yerlere yerleştirilmesi oldukça yüksek sesle dillendirilen bir durumdur. Türkiye'nin batısında AKP'nin güdümüne girmiş ırkçı, şoven şehirler gözardı edilerek Kürdistan'da Kürt Hareketinin baskın gücü parçalanmaya çalışılıyor. Kürdistan'a AKP'li Araplar yerleştirilerek "çoğulculuk" sağlanmaya çalışılıyor. Bu Kürdistan Halkına yönelik yeni bir asimilasyon taktiğinin harekete geçirilmesidir. Uzun vadede  demografik yapının değiştirilmesi, kısa ve orta vadede de Kürt Siyasal Hareketine omuz vermiş tabanın parçalanması girişimidir.Meselenin Kürt Siyasal Hareketi cephesinden böyle okunması gerektiğini düşünmekteyim.

​Olayın diğer bir yanı da Türkiye Emekçi Sınıflarının özlük pozisyonuyla alakalı tarafıdır. Standartları, kazanımları, yaşam koşulları, ekonomik durumları, özlük hakları dünya standartlarının oldukça gerisinde olan Türkiye emekçilerinin,ekmeğine bir kez daha AKP iktidarı tarafından göz konulmuştur. Tam da bir Patronlar Hükümetine dönüşen AKP iktidarı, belli bir olgunluğa erişmiş emek mücadelesinin direncini kırmak için Suriyelileri "ucuz işgücü" potansiyeli olarak kullanmak istemektedir. 3 Milyon Suriyeliden oluşacak ucuz işgücü sayesinde hem alternatif bir potansiyel yaratılacak hem emek mücadelesinin direnci kırılmaya çalışılacak hem de AKP'nin dayandığı patronların daha çok kazanmaları sağlanacak.

​Ucuz emek veya ucuz işgücünün arzulanması meselesi AKP'nin gündemine yeni getirdiği bir durum değil. Zira kadınların çok çocuk doğurması için yapılan telkinler ortadadır. Doğumlardan oluşacak ucuz işgücü uzun vadeli bir projedir. Lakin şu an Suriyeli mültecilerle bu açığı kısa vadede telafi etmeyi hedefleyen bir iktidar gerçeği vardır. Kendi halkının koşullarını görmezden gelerek. 

​Ucuz işgücü potansiyeli bir ülkenin ekonomisine direk etki eden bir unsurdur. Bunun en çarpıcı örneği Çin Halk Cumhuriyeti'dir. Ucuz işgücü bütün emperyal şirketlerin Çin'e akın etmesini sağlamıştır. Çin Halk Cumhuriyeti ekonomide süper bir güç haline gelmiştir. Devlet zenginleşmiştir. Ancak Çin Halkı halen büyük sefalet yaşamaktadır. Ucuz işgücü devleti zenginleştiren ama halkı yoksullaştıran bir unsurdur.

​Bağlarsak; Suriyelilere vatandaşlık meselesini tek tarafı ile değerlendirmek bizi doğru bir analize götürmeyecektir. Sadece insani olarak değerlendirip klasik "acıma" güdüsüyle meseleyi yönetmek olayın diğer yönlerinin yaratacağı kaosla sonuçlanacaktır.