Pazar yazısı konseptime ihanet olmasın diye Rasim’in dünkü yazısına kısaca girişte yer vermek için sizden izin istiyorum.

Öncellikle bir düzeltme yapalım.

Benim tartışmaya dahil olduğum yer Erdoğan’ın Taraf ve Ahmet Altan’a açtığı dava.. onların kişilik özellikleri değil. Başkasının adına cevap verecek işgüzarlık istidadına sahip değilim. Konu Erdoğan’ın kibri ile yapmış olduğu bir hareketin muhtemel siyasi sonuçlarıydı.

Erdoğan’ın açmış olduğu davanın “biz” kısmı ile ilgili değildi cevabım. Varsın o kervana Başbakan da katılsın. “Ne gerek vardı bu tatsızlığa” gibi bir tavır bu gazeteyi temsil edemez. Hakkımızda açılmış 250 civarında dava var. Bu da onlardan birisi sadece. Diğer davalılarla bu ilişkiye girmemişsek, Başbakan’ın da bir özelliği yok, girmeyiz. Bu sadece bir ilke meselesi.

Sanki AK Parti ile, Başbakan’la bir uzlaşmamız vardı da, bir yol kazasıdır başımıza geldi görünümü veren, gazeteyi temsil etmeyen bir yazıdan hazzetmem mümkün değil. AK Parti’ye önyargısız bakmak, demokratik adımlarını desteklemek ayrı bir şey, işte Mehmet Metiner gibi artık sıfat bulamadığım bir noktaya savrulmak ayrı.

Benim açımdan konu budur. Polemiğin şehvetine kapılacak değilim. Sevgili Rasim’in dünkü yazısına da cevap vermeyeceğim. Toparlamaya çalışırken çok kötü bir yazı daha yazmış. Neden olduğumdan ötürü üzüldüm de. Ama muradımı anlatabildim sanırım.  

***  

Hrant ve Bodrum’daki arkadaşları

 19 Ocak Hrant Dink anmasının Bodrum’da düzenlenen ayağına katılacağımı yazmıştım. Katıldım da... Sevgili dostum Şehbal Şenyurt bana teklifi getirdiğinde önce tereddüt ettim. Ben de o gün, o saatte Agos’un önündeki kalabalığın içinde yer almayı arzu ediyordum çünkü.

Ama sonra hem Şehbal Şenyurt ve diğer dostlar Nimet Yardımcı, Fatoş Ay ve Ayla İşler Tsekka’nın hatırları, hem de Hrant’ın İstanbul’u değil, Türkiye ve dünyayı kucaklayan sevgisi ve önemi açısından orada bulunmanın daha anlamlı olacağını düşündüm.

İstanbul’da olmayı önemsememin bencil bir tarafı da vardı: Hrant için Agos’un önünde toplanan binlerce kişinin arasında olmak bende anlatılamaz bir etki yaratıyor. İnancımı, ümidimi, bu ülkeye sevgimi katlıyor çünkü.

20 ocak tarihli Taraf’ın sayfa resmini gördünüz. Onu dün de Hertaraf’ın, can dostum, büyük şiir üstadı Cahit ağabeyimin “Hepimiz Hrant’ız” şiirinin altına bir daha koydum. İşte o resimdeki birliktelik, benim ülkem için anlatılamaz bir coşku yüklüyor yüreğime.

Siz bilmiyorsunuz belki, o resimde üç kardeşim var. Ortadaki arkadaşım, bir Ermeni, soldakini de gözüm ısırıyor, muhtemelen o da Ermeni. Bir de en sağda başörtülü bir kız kardeşim var...

Cahit üstadın cinayetten sonraki ilk günlerde yüreğinden damıttığı ve yayımlanması için bana tekrar gönderdiği şiiri bir kez daha okuyun...

O şiir yüzünden ferisilerden ne kadar saldırı aldığını ben biliyorum...

Ve ülkemle, sizlerle, hepinizle gurur duyuyorum.

En zalim, en kabul edilemez vahşetin sadece bir hafta hatırlanıp unutulduğu bir ülkede, Hrant’ın anonim katline duyulan tepkide bir azalma olmadığı gibi, bu 19 ocakta geçen seneden çok daha fazla insan toplandı Agos’un önünde...

Bu müthiş bir değişimi gösteriyor. 19 Ocak 2007’nin gerçekten bir milat, bu ülkede kardeşi kardeşe kırdıran İttihatçı zihniyeti, milliyetçilik, ırkçılık, yobazlık denen illetleri en azından deşifre ettiğimize delalettir bu.

Çocuklarımızın yarın mutlu ve eşit yaşama garantisidir.

Bu ayılmayı Hrant’a borçluyuz. Ve adaletin yerine gelmesi için artan oranda destek olmayı da...

Çünkü bu Hrant’ın kendi katli üzerinden armağan etmek istediği en önemli şeydir; bu ülkenin İttihatçı-darbeci-vesayetçi tüm ölüm makinelerinden kurtulması...

Ancak Bodrum’da bu anlattıklarımdan hiç mahrum kalmadım. Yukarıda ismini saydığım dört ak saçlı genç kıza yeniden teşekkür ediyorum. Hiçbir kurumu şemsiye yapmadan, bireysel irade ve inisiyatif ile Bodrum’un gördüğü en kalabalık anmayı, Hrant için başarıyla koordine ettiler.

DP’li Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un samimi katkıları ile sağlanan Belediye Konferans Salonu’nda önce rahmetli Bülent Arınlı’nın çektiği, eşi Şehbal Şenyurt’un yapımcılığını üstlendiği Kırlangıcın Yuvası belgeselini seyrettik. Hrant’ın, eşi Rakel’le tanıştığı, yetim çocuklarla birlikte inşa ettikleri, sonra yöneticiliğini yaptıkları Tuzla Öğrenci Kampı’nın binasını devletin nasıl gasp edip viraneye çevirdiğini kendi ağzından dinledik.

Diyordu ki Hrant “Tamam anladık el koydun, yetimhane, huzurevi yapıp halkın hizmetine sunsan gam yemeyeceğim...”

Belgeselden sonra Hrant, Agos ve mahkeme safahatı hakkında bilgi verdim. Mahkemenin yargılama sürecini dinlerken her çevreden gelen konukların gözlerinde “bu işin takipçisi olacağız” kararlılığını gördüm.

Teşekkürler Bodrum...

Şehbal ve arkadaşları kurumsal olmayan, bireysel inisiyatiflerin önemine çok inanıyorlar. Kurdukları platforma Bodrum’da dağınık haldeki demokratların yoğun bir teveccühü var. Bağlantı kurmak isteyenler [email protected] mail adresinden kendilerine ulaşabilirler.