Bugün; tarihe değgin iki konu üzerinde durmak istiyorum.
Bunlardan biri; ABD'li tarihçi Justin McCarthy'nin yayınladığı bir harita; diğeri ise Kanuni Sultan Süleyman'la ilgili olarak çekilen "Muhteşem Yüzyıl" dizisiyle alakalı olacak.

Bu iki konu birbiriyle ilgisiz gibi görünüyor ama her ikisi de tarihimizle ilgili olduğu için aynı köşe yazısını paylaşmalarında herhangi bir sakınca görmedim.

Xxxxxxxxx

Justin McCarthy; ABD'de Louisviller Üniversitesi'nde ders vermekte olan bir tarih profesörü. ABD'deki Ermeni diasporasının propagandasına alet olmayan ve nesnel kalmaya çabalayan bir bilim insanı. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve öncesindeki trajik olayları değerlendirirken; tüm tarafların çok acı çektiğini ve silahlı mücadeleye önce Ermeni tebanın başladığını savunan ve bu konuda değişik çalışmalar yayınlayan bir araştırmacı. Tabii bu tutumu nedeniyle müthiş baskı altına alınmak isteniyor ama görebildiğimiz kadarıyla pek kulak asmıyor.

Geçenlerde; Amerika'daki "Türk Koalisyonu" tarafından bir haritası yayınlanmış. Bu haritaya göre; Osmanlı İmparatorluğu'nda 1770-1923 arasında yaşanan dramatik olaylarda; ölen ve göçmek zorunda kalan insanlara bakıldığında; Müslümanlar'ın nüfusunun Hıristiyanlar'dan daha fazla olduğu görülüyormuş.

Konunun ayrıntılarına biraz aşağıda gireceğim. Fakat bu konu yıllardır ilgimi çeker. Viyana kapılarına kadar giden bir imparatorluk; Sakarya'nın doğusuna kadar gerilerken acaba ne kadar insanını geride bıraktı? Büyüklerimizden; bazen de dolaylı olarak Rumeli göçü ve felaketlerini dinlerdik.

Duygusal bir ifade ve değerlendirme olsa bile; "evlad-ı fatihan"ın izleri hâlâ Orta Avrupa'ya kadar hissedilmiyor mu?

Ya Kafkasya'dan gelenler... Hele oralarda kalanlar...

Eğer bugün cumhuriyetimizin Misak-ı Milli sınırları içinde çok çeşitli etnik gruplar ve çok farklı "ana diller" yaşıyorsa; bu durum elbette nedensiz değil...

Xxxxxxxxx

Justin McCarthy; 1922'ye kadar 19. yüzyıl ve devamında yaşanan olaylarda; Osmanlı topraklarında göçe zorlananların 5 milyonunun Müslüman; 19 milyonunun Hıristiyan olduğunu dile getiriyor. Ayrıca aynı dönemde yaşanan çatışmalarda; yaşamını yitiren Müslümanlar'ın sayınsının Hıristiyanlar'a oranla dört kat fazla olduğunu söylüyor.

McCarthy'nin bulguları üzerinden yapılan birkaç harita; bazı günlük gazetelerimizde yayınlandı. Buna göre; en önemli Türk göçleri Balkanlar'dan ve Rumeli'nden "93 Harbi" sonrasında 520 bin; Balkan Savaşları sonrasında 410 bin kişi olarak görülüyor. Gene aynı dönemde; Osmanlı'nın elinde kalan topraklara doğru yaşanan Tatar göçüyle gelenlerin sayısı 550 bin.

Kafkaslar'dan gelen göçler daha ilginç. 1860'larda; 12 milyon Çerkez Anadolu'ya göçerken; 1918'de Kuzey Azerbaycan'dan 220 bin kişi göçüyor.

Hıristiyan göçlerinde ilk iki sırayı Ermeni ve Yunanlılar alıyor. 1915- 16'da 440 bin Ermeni Güney'e göçerken; 300 bin Ermeni Doğu'ya göçüyor. 1914-1923 arasında Yunanistan'a göçen Yunanlı sayısı da 850 bin.

Hiç kuşkusuz her göç bir yangındır. Ve yukarıdaki rakamlar haritadaki büyük rakamlar. Küçük rakamlara ve ayrıntılara hiç girmedim. Ancak; ne olursa olsun çekilen acı ve ıstırapları anlayabilmek mümkün görünüyor.

Xxxxxxxxxxxxxx

Değinmek isteyeceğim ikinci husus; gündemimizi hararetle işgal eden televizyon dizisi "Muhteşem Yüzyıl"la ilgili. Aslında teknik bir değerlendirme yapmak için yeterince donanımım yok. Bu işten anlayanlar başarılı bir drama olduğunu söylüyorlar. Ayrıca gene duyduğum kadarıyla "görkemli" bir diziymiş.

"Ben dizi izlemem" vb. gibisinden bir ukalalık yapacak değilim. Pekâlâ; dizi de izlerim başka türden televizyon programları da. Ancak maalesef; bu dizinin yayınlanan iki bölümünü izleme fırsatı bulamadım. Fakat zaten meseleyi başka bir açıdan ele almak istiyorum. Benim bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu; "tarihsel bir drama ya da edebiyat ürünü tarihe ne derecede sadık olmalıdır" sorusunun yanıtlanmaya çalışılması olacak.

Bu konu; benim yıllardan beri düşündüğüm ve bir türlü kesin karar veremediğim bir konudur. Uzun yıllar öncesinde değerli edebiyatçı arkadaşım Yusuf Çotuksöken'le bu konuyu çok tartışırdık. Çotuksöken; bir yazarın tarihsel bir ürün ortaya koyarken; tarihsel gerçeklere "bire bir uymak" zorunda olmadığını iddia ederdi. O zamanlar; ben farklı düşünürdüm. Eğer tarihsel bir ürün ortaya koyma iddiasında iseniz; tarihi kendinize göre yorumlayamazsınız diye düşünüyordum. Ancak zamanla; bu düşüncemde bir yumuşama oldu.

Xxxxxxxxxxx

Bu "yumuşamanın" temel nedenlerinden biri; "tarihçilerin" bile her konuyu aynı biçimde değerlendirmediklerini görmem oldu. Aynı kaynaklara dayanarak yazılan tarih kitaplarında bile çok farklı söylemler dile getiriliyor.

Sonunda öyle bir noktaya vardım ki; tarihsel gerçekleri tersine çevirmedikten sonra farklı yaklaşımlar içinde olunabilir. Tabii bu arada kötü niyet olmaması esası da dikkate alınmalı.