1955 yılında ünlü tiyatrocu Muammer Karaca, “Etnan Bey Duymasın” adlı politik bir taşlamayı sahneye koymuş.
Oyun çok tutmuş, ortalık yıkılmış.
“Etnan Bey” kim mi?
O günlerin muktedir Başbakanı Adnan Menderes.
Peki neden “Adnan Bey” değil de, “Etnan Bey”?
Çünkü eski İstanbul Türkçesinde “Adnan” kaba bulunur, “Etnan” diye telaffuz edilirmiş.
“Etnan Bey Duymasın” ifadesinin göndermesi ise gayet açık:
Aman Başvekil hazretlerinin hışmını üzerimize çekmeyelim.
Dilimin altındaki baklayı çıkarıyorum:
On yıllar önce tiyatro eserlerinde dalga geçilen “Aman Başbakan’ı kızdırmayalım” rüzgârı, şimdi bazı gazetelerde gayet ciddi biçimde esiyor.
Örnek mi?
İşte buyurun:
Üç büyük takımın destekçileri, tarihte eşine pek rastlanmayacak bir taraftar dayanışması sergileyerek Taksim’in göbeğinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ı protesto ediyor.
Ortada renkli görüntüler, bir daha asla yakalanamayacak kareler, enteresan birliktelikler, yaratıcı pankartlar var.
Fakat...
Her gazetecinin avcunun içini kaşındıracak nitelikteki bu süper haber...
Sabah’ta yok, Zaman’da yok, Star’da yok, Yeni Şafak’ta yok, Bugün’de yok, Akit'te yok, Takvim’de yok.
Olanların büyük kısmında ise haberin hakkı tam olarak verilmemiş.
Gerekçe:
Tayyip Bey duymasın! Tayyip Bey görmesin!
Çok görmeyelim.
Tayyip Bey’i kızdıracak gelişmelerin televizyoncular tarafından “eyvah” diye karşılandığı bir dönemden geçiyoruz.
Son bir not:
Muammer Karaca’nın “Etnan Bey Duymasın” adlı oyunu İstanbul’dan sonra Ankara’da da sahnelenmiş.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, yanına Demokrat Parti’nin önemli isimlerini alarak oyuna gitmiş.
Gerçi Muammer Bey, salonda Adnan Bey var diyerek bazı esprileri yumuşatmış ama yine de en azından bazı şeyleri Adnan Bey duymuş.
Nasıl mı karşılamış Adnan Bey?
Gülmüş, hem de katılarak...
Sonra da Muammer Bey’i kutlamış.
Hey gidi hey!
Hadi bir “modern tedirgin” edası takınıp sorayım:
Nereden nereye?

Bir aceminin keşfettiği magazin raconları
En ağır eleştiriden bile “kariyeri için bir hayat öpücüğü” çıkarma gayretine girmeyi başaran Seren Serengil hakkında olumlu ya da olumsuz tek bir laf bile edilmemelidir.
Ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın, hangi kavganın içinde yer alırsa alsın Ece Erken denilen sunucu arkadaşın mahcup olması mümkün değildir.
Magazin figürleri, neyin haber olup neyin haber olmayacağını, magazin habercilerinden daha
iyi bilirler.
Magazin dünyası ile dış politika arasında şöyle bir benzerlik var: İkisinde de ebedi dostluklar ya da ebedi düşmanlıklar olmaz.
Her yerde olduğu gibi magazin dünyasında da araya “kız meselesi” ya da “erkek meselesi” girerse çirkinleşme kaçınılmaz olur.
Bir magazin figürü ile asla dost olamazsınız. Çünkü en samimi muhabbette bile gözünün biri mutlaka kamera ya da fotoğraf makinesini kollamaktadır.
Magazin dünyasında çok az kişi, “rezil olma korkusu” taşımaktadır.

Ah Bülent Arınç ah

BÜLENT Arınç şöyle demiş:
“Hayat alkol ve seksten ibaret değildir”.
Ardından da eklemiş: “Hukuk devletinde her şeyin bir ölçüsünün olmaması, özgürlüklerin sınırsız olması söz konusu değildir”.
Sonra “Bu da size kapak olsun” der gibi şöyle demiş: “Çağdaşlığı içki kadehlerinde aramak ve orada bulmak isteyenlere ithaf olunur”.
Nasıl da yargılayıcı değil mi?
Sanki “Hayat alkol ve seksten ibarettir” diyenler varmış gibi...
Nasıl da sınırlama heveslisi değil mi?
Sanki “içki içme özgürlüğü” üzerinde titizlenmek, sınırsız özgürlük talep etmek anlamına gelirmiş gibi...
Bülent Arınç gibi bu zamana kadar hep “Benim hayatıma ne karışıyorsunuz kardeşim?
Bırakın, dileyen dilediği gibi yaşasın” demiş bir akımın çocuğundan bunları duyunca gülümsedim.
“Ah insanoğlu ah” dedim.
Ardından da ekledim:
“Kendi hayatına karışılmayacak bir ortamı yakalayınca nasıl da başkalarının hayatlarına
karışmaya başlıyorsun. Güç elinde değilken güçlülerin senin hayatını yargılamasına,
sınırlamasına isyan edersin. Ama gücü eline geçirince bu sefer sen başkalarının hayatını
yargılarsın, sınırlamaya çalışırsın. Üstelik hukuku da kullanarak”.

Kemal Bey’in büyük lafları
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu şu türden bir taktik hata yapıyor: Memleketin önemli bir sorununu ve çözümünü ısrarla dile getirerek halkı etkilemektense...
Altını tam olarak dolduramadığı, kamuoyunu tam olarak ikna edemediği skandal iddialarla ortaya çıkmayı tercih ediyor.
Çünkü böylesi daha kolay ve o işin kolayına kaçıyor.
Mesela “Gelir dağılımındaki adaletsizlik” meselesiyle etkilemek gibi zorlu bir yolu tercih edeceğine “Kayseri yolsuzluk dosyaları” ile vurup geçmek istiyor.

Aslında bu da bir yöntemdir.
Ama bu yöntemin olmazsa olmazları vardır:
BİR: Matematiksel olacaksın.
İKİ: Sendeletmeyeceksin.
ÜÇ: Devireceksin.
DÖRT: Karşı tarafa “gık” bile dedirtmeyeceksin.
BEŞ: Anlaşılır olacaksın.
ALTI: Belgeleri milletin gözüne dayayacaksın.
Eğer bunları yapamazsan...
Hem kendi ayağına sıkmış olursun, hem de durup dururken karşı tarafın aklanmasına katkı sunmuş olursun.

İşte bakın:
Kemal Kılıçdaroğlu çıkmış, “AK Parti ile Hizbullah örgütü arasında seçim işbirliği var” demiş.
Bomba iddia!
Fakat elde patlamaya mahkûm...
Çünkü Kemal Bey’in elinde böylesi bir işbirliğini kanıtlayacak, belgeleyecek tek bir kâğıt parçası bile yok.
Sadece “Hizbullah sempatizanlarının DTP yerine AK Parti’yi tercih etmeleri” olgusundan hareket ediyor.
“Böyle bir tercih varsa, kesin işbirliği vardır” mantığından hareketle büyük, çok büyük bir laf ediyor.
Göreceksiniz, bu büyük laf da ayağına takılacak.
Hatta takılmaya başladı bile...
Bakın Başbakan Tayyip Erdoğan dün ne dedi?
“Bu ifadeyi kullanmışsa bu en azından bir terbiyesizliktir. Çünkü bir iddia sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir. AK Parti’nin Hizbullah’la bir ilişkiye girdiğini söylemek bir namertliktir”.
Adım gibi eminim:
Kemal Bey bu meydan okumaya ikna edici bir cevap veremeyecek.
Böylece vicdanları yaralayan “Hizbullah tahliyeleri” unutulacak ve geriye bu meydan okuma kalacak.
“Kendi ayağına kurşun sıkmak” dedikleri, işte böyle bir şeydir.