“Özgür olan tek şey fiyatlar. Bizim topraklarımızda Adam Smith’in Mussolini’ye ihtiyacı var. Yatırım özgürlüğü, fiyat özgürlüğü, kambiyo özgürlüğü: Piyasalar ne kadar özgürse, insanlar o kadar tutsak. Küçük bir kesimin refahı geri kalan insanları lanetliyor. Masum bir serveti bilen var mı? Kriz zamanlarında liberaller muhafazakâr, muhafazakârlar ise faşist olmuyorlar mı?”
Eduardo Galeano

12 Aralık günü Evrensel’de Bülent Falakaoğlu “Asgari ücret 25 bin TL olursa ne olur?” başlıklı yazısında paylaştığı bazı verilerden yararlanarak yazı yazmayı düşünüyordum. Yazının başlığı ve yazıda kullandığı veriler dikkatimi çekmişti. Uzun yazısının devamını da yazdı. Asgari ücret 25 bin TL olursa ne olur? Kıyamet mi kopar? Sırf bu nedenle kopacaksa kopsun kıyamet değil mi!

“Geçen yıl şirketler ne kadar kazandı?

Pandemi vardı az kazandılar’ diye düşünebilirsiniz. Ama öyle değil! Çok kazanmışlar çok; ben değil kendileri diyor.

İnanmıyorsanız açın bakın İstanbul Sanayi Odasının internet sayfasına. Orada ilk ve ikinci en büyük 500 yani toplamda 1000 firmanın kazançlarını göreceksiniz.

Ford’dan başlayalım. Orada yazıyor ki dönem kârı 7 milyar 313 milyon TL. Çalışan sayısı 12 bin 832 kişi.

Kârı çalışan sayısına bölüp kişi başına kazancı da biz hesaplayıp söyleyelim: Bir yılda 569 bin TL.

Kemiksiz (Vergi, amortisman, faiz ödemesi düşülüp geriye kalan) aylık kişi başı 47 bin TL kâr demek bu!

Versin 20 bin lirasını işçiye… Patrona işçi başına 27 bin TL kâr kalır.

Aksa Kimya ile devam edelim. Kârı 880 milyon TL. Çalışan sayısı 1307. Yıllık kişi başına 673 bin TL kâr. Ford’dan da fazla!

İki tane de tekstilden örnek verelim.

İlki, Korteks Mensucat olsun. Yıllık kârı 1. 6 milyar TL. Çalışan sayısı 2812.

Kişi başı yıllık 567 bin TL kâr.

Diğer örnek Kocaeli’de kurulu Kordsa Tekstil’den gelsin. Yıllık kârı 395 milyon. Çalışan sayısı 1575.

Kişi başına yıllık kârı 250 bin TL. ”( https://www.evrensel.net/yazi/92118/asgari-ucret-25-bin-tl-olursa-ne-olur )

Bu minval üzere bir yazı yazmayı planlıyordum. Ama nerde. Memlekette hızla değişen gündem içerisinde neler yok ki, alt alta sıralasak sayfalar tutar. Ama bir şey hep aynı. Emek ucuz hayat pahalı.

Son yaşanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın kime söylediğinden bağımsız olarak söylediği “ahmak” kelimesi gündem belirliyor. Ahmet Kaya yaşasaydı kulakları çınlardı mutlaka, biz de onun “Başım Belada” şarkısını mırıldanalım:

“Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan tutarsızlık
Nerden baksan ahmakça”

İki kez seçilmiş bir belediye başkanına reva görülenler sadece O’nu mu ilgilendirir? Olası bir rakibin önünü kesmek için yapılmış bir hamle olarak mı göreceğiz yoksa halkın iradesine vurulmak istenen bir darbeyle mi karşı karşıyayız? “Ya da altılı masanın belirle(ye)mediği Cumhurbaşkanı adayını yargı belirledi” diyerek hala yargıdan boş umutlar beklemek mi doğru. Saf dışı bırakmak isteyenler madem yargıya müdahale ediyor, aynı güçlerin yargıyı hızlandırmak çok mu zor. Soruları çoğaltmaya gerek yok sanırım. Esas olan halkın iradesine vurulan darbedir nokta.

“Ermeniyi dövdürmeyecektik”, ”Sarı öküzü vermeyecektiniz” deyip yerimizde mi oturacağız? Onlar kayyumlar atanırken, seçilmiş başkanlar içeriye atılırken sustular diye susmak mı gerekiyor. Altılı masanın aktörleri “sokak tehlikelidir aman ha” demelerinin ne kadar içi boş bir laf olduğunu bizzat yaşayarak gördüler. Beklenen olası karara karşı İmamoğlu’nun İstanbulluları Saraçhaneye çağrısı karşılık bulmadı mı? 15 Aralık’ta yine sokağın işaret edilmesinin neresi yanlış?

Tarikatlar meselesi unutuldu mu, unutulacak mı. İki yıldır yargının bildiği konuyu basın açığa çıkarınca bir şeyler yapmak akla geliyorsa, “bağımsız ve tarafsız” olması gerekenlerin pratiklerini her gördüğümüzde şaşıracak mıyız hep? Ya da kanıksayacak mıyız...

Patronlar çok kazanıyorlar çok. Halk geçim derdinde. Ekmek pahalı, hayat pahalı, emek ucuz mu ucuz. Sermaye kazandığı paydan biraz daha verse kıyamet mi kopar. Kopar tabi adamlar “çalışmış, kazanmış” mal da canın yongası, verirler mi hiç. Vermezler gözleri doymaz, gözlerini toprak doyursun . O gözlere bir avuç toprağı koyacak olanlar hala asgari geçim derdinde hala birleşememiş. Doymak bilmez aç gözlerin gözüne koyulacak toprağın kendi ellerinde olduğunu bir bilseler. Birleşseler... Şu ittifak bu ittifak demeden, şu sendika bu dernek demeden bir araya gelenler belirleyecek her şeyi...

Sahi “masum serveti bilen var mı”?

Telaşa mahal yok! Öyle mi! Ekmek de laiklik de adalet de hukuk da emekçilere lazım, hiç birinden vazgeçmeleri olası değil madem, korkusu olan telaşlansın. Grevleri yasaklayanlar telaşlansın, daha çok el şaltere uzandığında korkarak telaşlansınlar. Zamları yapanlar, durduramayanlar telaşlansın.

Bir de Mussolini’ye ihtiyaç var mı yok mu bütün mesele burada. Sokaktan korkmayın efendiler.

Telaşa mahal yok birlik şart. Birliğin taşlarını bugün bir musibet döşüyor. Yeter ki kıymeti bilinsin birlik olmanın...