Sayın Erdoğan Başbakan olduğu 2002 yılından beri Kürt sorunu konusunda birbirinden tutarsız birçok açıklamalar yaptı. Kürt sorunu benim sorunumdur, Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur, Ya sev ya terk et gibi. Son bir yıldır dillendirdiği ise Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır.

 

Peki, nedir bu terör sorunu?

 

Türkiye’de siyasetinde en çok kullanılan kelimelerden birisi Terör.

 

Parasız eğitim isterseniz terörist, Resmi ideolojinin dışında hareket eden bir gazeteciyseniz terörist, emek mücadelesi veriyorsanız terörist, Kürt, Alevi veya sosyalist kimliklerinizi öne çıkarıyorsanız iktidarın gözünde potansiyel terörist olabiliyorsunuz.

 

Genel olarak dünyada muğlak tanımlara karşı gelen terör Türkiye’de iktidarın kendisine muhalefet eden güçler için kullandığı bir kavram.

 

Latince kökenli olmasına rağmen Türkçeye Fransızcadan geçmiş Terör kavramı. Terörü anlayabilmek için ilk ortaya çıktığı dönemi kısaca özetlemekte fayda var.

 

Fransız Devrimi'nin ilk yıllarında Fransa'da hükümet olan Convention, ülkenin dış güçler tarafından işgal edilecek olmasına duydukları endişeden dolayı ve içteki sivil huzursuzluğun devrime zarar verebileceğini düşündükleri için olağanüstü önlemler alma gereği görürler.

 

 Bu amaçla kamu güvenliğinden sorumlu komiteyi neredeyse diktatörlüğe varan yetkilerle donatırlar.

 

 5 Eylül 1793 günü Convention bir bildiri ile devrim karşıtlarına karşı Terörü açıklar: "Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, Terörü başlatın."

 

Terör, yargısız karar verilen idamlara kadar giden uygulama şekli ve halk üzerinde bıraktığı korku ile tarihe devlet eliyle gerçekleştirilmiş bir terör örneği olarak geçer.

 

Fransa’da ki 18.yüzyılın son çeyreğinde yaşanan terör sorununu incelediğimizde Türkiye’de ki Terör sorunuyla arasında ciddi benzerlikler olduğu görülüyor.

 

Türkiye’de de egemen olan ittihatçı zihniyet tıpkı Fransa’da ki Conventionlar gibi ülkenin dış güçler tarafından işgal edilmesine duydukları endişeden dolayı ve içteki sivil huzursuzluğun devrime zarar verebileceğini düşündükleri için olağanüstü önlemler alma gereği gördüler-görüyorlar. Yine Türkiye’de ki iktidarlarda güvenlik için kendilerini diktatörlüğe varan yetkilerle donattı - donatıyor. Bu önlemlerin gereği olarak ilk başta Ermeni Kıyımı gerçekleşti. Bir halkı asimile etmek için Diyarbakır’da, Dersim’de, Ağrı’da, Uludere’de Kürtlere kıyıldı. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta Alevilere kıyıldı. Varlık vergisi ve 6-7 Eylül olaylarıyla gayrı Müslümler sürgüne zorlandı. 12 Mart ve 12 Eylül işkencehanelerinde sosyalistler yok edilmeye çalışıldı.

 

2000’li yılların başında Avrupa Birliği reformları ve Kemalizm’in kısmen sopasını yemiş olan muhafazakâr İslamcıların iktidarıyla bu süreçte ciddi bir yumuşama oldu.

 

Ancak AKP’nin iktidarda kadrolaşması ve son seçimde yüzde 50 oy alması terör sayfasının hala kapanmadığını gösteriyor.

 

Tam tersi bu dönemde terör sorunu doruğa ulaştı. Uludere’de sivil Kürtler katledildi. Malatya’da oruç tutmayan Alevilerin evine saldırıldı. Muhalefete karşı siyasi bir katliam estiriliyor. Askeri ve siyasi operasyonlarla Kürt direnişi yok edilmeye çalışılıyor.

 

Her türlü temel hak ve özgürlükler mücadelesi terörize ediliyor. Polis sokakta insan avlıyor. 14 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenler tahliye ediliyor. Daha yaşanılır bir ülke mücadelesi verenler hapse atılıyor.

 

Başbakan ve Dışişleri Bakanı ortaklaşıp yeni Osmanlı hayalleri kuruyorlar. Emperyalist bir dış politika uygulamaya çalışıyorlar. Ancak bu hesapları tutmayınca dünya kamuoyunda komik duruma düşüyorlar. Bu durumu kabullenemeyen iktidar içerideki muhalefete yöneliyor. Türkiye kamuoyu gerildikçe geriliyor. Hükümet sorunları çözmek yerine gerginlikten siyasi rant elde etmeye çalışıyor. Elle tutulur hiçbir delil olmamasına rağmen olaydan birkaç dakika sonra önceden planlanmış izlenimi veren açıklamalarla Gazi Antep’te meydana gelen saldırı basın ve (dez)enformasyon araçları kullanılarak PKK’nin üzerine yıkılıyor. Hakkari’de yaşanılanlar da, Hatay’da yaşanılanlar da halktan gizlenmeye çalışılıyor.

 

Daha fazla oy almak için kullandıkları araçları, akan kanı durdurmak için kullanmak istemiyorlar. Kendi içlerinden gelen kısmen daha ılımlı fikirlere bile tahammül edemiyorlar.

 

Başbakan ve kurmayları, arkasında milyonlarca nüfusun desteğini alan ve 30 yıldır yenilmeyen son Kürt isyanını çözüp tarihe geçmek yerine; sorunu terörize edip işin içinden sıyrılmaya ve tüm sağ oylara konmaya çalışıyor.

 

Bu zihniyetle terör sorunu bitmez.

 

 

Kürtlerin bu zihniyetle mücadele ederken kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Kazanacakları yeni bir dünyaları vardır.

 

Ancak devlet bu zihniyetini sürdürdüğü sürece kaybedeceği bir Kürt halkı olacaktır. Bu kaçınılmaz bir sondur.

 

Türkiye’de bir terör sorunu var.

 

Bu sorunun yanına son yıllarda eklenmiş bir de Erdoğan sorunu var.

 

Ancak tüm bu veriler ekseninde tekrar sormakta fayda var.

 

Asıl terörist kim?

 

Devlet mi? Kürtler mi?

 

Ya da terörün kaynağı kim?

 

Devlet mi? Kürtler mi?

 

Terör sorunu da, Erdoğan sorunu da insanlar bu soruları sormaya başladığında çözülecektir. Aksi takdirde Erdoğan’ın terörize ettiği kitleler Türkiye’yi çözecektir.