Geçen ekim ayında polisin DHKP-C’ye yönelik düzenlediği “şafak operasyonu”nda vurulmuştu Dilek Doğan. Ailesiyle yaşadığı evinde polis kurşunuyla vurulan 24 yaşındaki Dilek Doğan, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmişti.

Doğan’ın vurulmasından sonra Emniyet Müdürlüğü yaptığı açıklamada, evleri aranan Doğan ailesinin arbede çıkardığını ileri sürmüş ve açıklamaya göre Dilek’in ağabeyi polisin silahını almaya yeltenmesi sırasında silah ateşlenmişti. Olay Anadolu Ajansı’nın haberinde de bu şekilde yer almıştı.

Halkın Hukuk Bürosu’nun açıklamasında H.R.K adlı şahsı arayan polisin Dilek Doğan’ı vurduğu ifade edilmişti. H.R.K’nin ABD Başkonsolosluğu’na yönelik silahlı saldırıya karıştığı iddia ediliyordu.

Emniyet’in açıklamasında bir ifade daha geçiyordu: “…görevli arama ekipleri tarafından galoş ve eldiven giyilmek suretiyle usulüne uygun şekilde, aile fertlerinin ve hazurunun katılımıyla arama işlemine geçilmiştir.”

İddianameye göre, aile ile polisler arasında geçen diyalogda Dilek, polislerden galoşlarını giymelerini istiyor. İlk kez evlerinin aranmadığını söyleyen Dilek’in ağabeyi Mehmet Doğan, polise Ankara Garı meydanının güvenliğinin sağlanamadığından bahsederken, polisin “Ben sana ne dedim” demesinden ve Dilek Doğan’ın ise “Ya n’apıyosun” şeklinde karşılık vermesinden sonra silah patlıyor.

Ne arbede yaşandığına ne de Dilek’in polislere direndiğine dair bir emare var.

Ayrıca Emniyet, galoşların giyilerek usulüne uygun bir aramanın yapıldığını savunuyor ama diyalogda birkaç kez galoş konusu geçiyor. “Ayaklarınızla basmazsanız sevinirim” diyen Dilek’e polisin yanıtı “Tamam ona vaktimiz yok bizim” oluyor.

Baba Metin Doğan ise olanları şöyle anlatıyor: “Evimize 4 polis ayakkabılarıyla girdi. Kızımı vuran polise ‘galoş giyin’ dedik. Onlar da ‘giymeyiz’ dediler. Sonra silahı bize doğrulttu. Bir anda kızımı vurdular. Kızımı öldü zannettim. Polisler panikleyip dışarı kaçmaya başladılar. Evde kesinlikle bir çatışma olmadı.”

Dilek Doğan’ın vurulmasına yönelik polis kamerasından çekilen görüntülerde genç kadının vurulmasının ardından abisinin çığlıkları ve polislerin “kelepçeleyin” sözleri yer alıyor.

İddianamede Dilek’i vurduğu öne sürülen Özel Harekât polisi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesindeki “kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesinden” 26 yıl hapsi isteniyor.

Doğan ailesi, avukatları aracılığıyla buna itiraz ediyor. İtiraz dilekçesinde polisin “kasten öldürme” suçundan yargılanmasını ve delilleri karartma imkânına sahip olması nedeniyle tutuklanması isteniyor. Ayrıca “polis ev araması sırasında aile üyelerine silahını ateşlemeye hazır şekilde doğrultamaz” deniliyor.

Ne var ki, tutuklama talebi reddediliyor.

Her gün gencecik insanların yaşamlarının karardığı bir coğrafyada sözlerin tükendiği bir nokta.

YANDAŞ MEDYA VE “ULUSALCI” SÖZCÜ BİR ARADA

Bazı medya organları ise insan yaşamının söz konusu olduğu bu tür olaylara yönelik yaptığı haberlerle olayı saptırmaya çalışıyor. Yandaş medya, yalnız yandaş medya değil, “ulusalcı” Sözcü de verdikleri haberlerde olayı Emniyet kaynaklarına dayandırmışlardı. Sonra ne olmuştu?

Sözcü Dilek Doğan’ı “şüpheli canlı bomba” ilan etmişti. Sarıyer’deki Doğan ailesinin evinde polise mukavemet olduğunu yazmıştı. Hattâ hızını alamayarak polisi ateş açıldığını…

Star ise “Dilek D. ve ailesinin DHKP-C’nin en aktif üyesi olduğu ve Dilek D’nin ilk örgütsel faaliyetinin 2011’de olduğu tespit edildi” şeklinde vermişti olayı. Haberde aile topyekûn suçlu ilan edilmiş ama Dilek’in örgütsel faaliyeti, ne gibi suçlar işlendiği konuları geçiştirilmiş.

Sözcü, daha başka haberlerinde biraz daha ileri giderek, Dilek’in, 2012’de polis merkezine intihar saldırısı düzenleyen “DHKP-C mensubu ile fotoğraflarını” yayınlamıştı, “Operasyonda yaralanan Dilek canlı bombanın arkadaşı çıktı” diye.

Doğan ailesi, Star ve Sözcü gazetelerinde çıkan haberlerin yalan olduğunu açıkladı. “…haberde yine emniyeti kaynak gösterip, Dilek’in canlı bomba olarak arandığını, evde çatışma çıktığını, silahla karşılık verildiğini, çatışma sırasında Dilek’in yaralandığını söyledi. Baştan aşağı yalandı. Emniyetin daha sonraki açıklaması da haberin yalan olduğunu gösterdi.”

Avukatları aracılığıyla yapılan açıklamanın devamında şöyle deniliyor: “Dilek’in örgüt üyesi olduğunu, daha önceden örgütsel faaliyeti olduğunu, 2011’den beri faaliyet gösterdiğini yazmış. İbrahim Çuhadar’la birlikte ‘illegal bir dergi’ dağıttığını yazmış. Yine bütün aile fertlerinin örgüt üyesi olduğunu yazmış. Bunların hepsi de baştan aşağı yalan. Düzeltilecek tek bir yanı yok. Hiçbir bilgi doğru değil. Emniyetten servis edilmiş açık bir kurmaca, senaryo ürünü haber.”

Bazı şeyleri doğrulatma imkânımız yok şu an. Dilek’in ailesini hedef gösterilerek yapılan haberlerde aile üyelerinin birkaç kez gözaltına alındığından da bahsediliyor, ağabey Mehmet Doğan’ın saldırı hazırlığında olduğundan da. Ve “Dilek’in intihar saldırıcısı ile çekilmiş” fotoğrafları yayımlanıyor. Ve lakin bilgilerin gerçek olup olmadığı belli değil.

Ama somut verilerden yola çıkarsak bildiğimiz birkaç şey var: Görüntülerden anlaşılacağı üzere, evde çatışma yaşanmıyor, bir. İkincisi polise ateş açıldığına dair bir bulgu yok. Diğer yandan Emniyetin dediği gibi galoş giyilmiş olsa, olay anı aile üyeleri neden polislere galoş giymelerini birkaç defa tekrarlasınlar idi?

Sorularla devam edelim. O gazetelerde geçen hangi bilgi, hangi haber 18 Ekim günü Doğan ailesinin evine düzenlenen operasyonda bir insanın ölümünü haklı kılabilir? Baba Metin Doğan’ın dediği gibi o polisler Dilek’i öldürmek için mi gelmişlerdi?

Sözcü’nün Dilek’i “şüpheli canlı bomba” ilan etmesi de neydi? Doğan ailesinin evini “Sabıkalı gecekondu” diye hedef göstermesi hangi gazetecilik faaliyetiydi? Yandaş medyanın haberleri ne alakaydı?

Evet, Aziz Nesin’in dediği gibi burası bir hukuk devleti değil! Cinayetten “şüphelilerin” elini kolunu sallaya sallaya gezdiği, dünyanın bildiği “sırrı” haber yapan gazetecilerin tutuklandığı; canlı bomba olacağını söyleyen IŞİD’lilerin salıverildiği, birileri “silahlı saldırı şüphelisi” diye aranırken gencecik insanların öldüğü bir ülke.

Ya da “Oluk oluk kan akacak” diyen ırkçılara, kalpazanlara devlet koruması verilen, Güneydoğu’da terörle mücadele adı altında “devletin gücünü” insanları perişan etmekle gösteren, “barış”ın, emeğin, demokrasinin dillendirileceği mitingin ise güvenliğini sağlamaktan “aciz” bir devlet.

O görüntülerde, kızlarının vurulduğunu gören ailenin çığlığının da mı hiç önemi yok?

Bugün en kısa gün, en karanlık gece; 21 Aralık. Bu tarihten itibaren geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlıyor. Peki, üstümüzdeki bu karanlık?.. Aylarla, yıllarla ve/veya operasyonlarla, çatışmalarla, çözümsüzlükle ömürler son bulurken o karanlık ne zaman kalkacak?