Dün bir rapor açıklandı. Başlığı: 'Türkiye kadınlarını koruyamıyor.' Raporu hazırlayan, dışarıdan bir göz. Avrupa'dan Türkiye'ye bakarak kadınların sorunlarını değerlendiriyor. Rapor, Türkiye'yi kadınlarını korumamakla itham ediyor. Kadınları her türlü şiddete maruz kalan bir ülke Türkiye. Peki, sahiden böyle mi?

Diğer pek çok konuda olduğu gibi, Avrupa yine yukarıdan ve bir tür 'ağabey' pozisyonuyla mı bakıyor? Açıkçası kadınlar söz konusu olduğunda Avrupa'nın bakışı bana özenli bile geldi. Türkiye çok daha sert eleştirileri hak ediyor çünkü. Kadınlarını bu kadar korumasız bırakan bir ülkenin daha ağır sıfatlarla değerlendirilmesi gerekirdi. Geçtiğimiz yıl, 'kadınlarını öldüren devlet' başlığıyla bir yazı yazmıştım. Yazıya aldığım tepkileri hatırlıyorum. Özellikle erkek okurlardan protesto mektupları almıştım. Ne demek istiyordum, devletin kadın öldürmesi ne demekti? Anlatmamı istiyorlardı.

Söylemeye çalıştığım şuydu: Türkiye'de kadınlar sadece geleneğin değil, modern yasaların korumasından da mahrumlar. Türkiye toplumu dönüşürken yaşadığı hızlı modernleşmede kadınları fazlasıyla korumasız bıraktı. Medeni Kanun'dan ceza yasalarına, korumayı öngören hiçbir düzenleme kadını, şiddetine maruz kaldığı erkek karşısında emniyetli kılamadı. Evde şiddet gören kadın için, sığındığı karakoldan başlayarak sokak dahil hiçbir yer güvenli değildi. Kadını hedef seçen şiddetin dayanağı kâh gelenekseldi, kâh içgüdüsel. Geleneğin olumsuzluğunu bertaraf etsek bile toplum olarak içgüdülerin suçla sonuçlanmasını sağlayacak korumayı sağlayamamıştık.

Buna sebep olan dinamikleri ise ufuk açıcı analizi ile Prof. Nilüfer Göle'den dinledim. Henüz başladığım İnsan Atlası adlı televizyon programında Prof. Göle, "Türkiye'de kadınlar modernleşirken erkeklerin bu konudaki zihniyeti dönüşemedi." diyordu. Bunu Türkiye'deki feminist hareketin bir eksikliği olarak değil, bir tespit olarak söylüyordu. 'Hâlbuki Avrupa'da, toplumun modernleşmesi kadın ve erkeğin eşit dönüşümü ile olmuştu.' Göle, haklı olarak şu soruyu soruyor: 'Koruma sadece yasalardan mı beklenmeli? Ya şiddet uygulayan erkeklerin zihniyeti?' Toplumun diğer yarısını oluşturan erkeklerin zihnindeki dönüşümü başaramayışımız sorundu asıl. Kadının özne oluşunu kabullenmeyen, gelenek yahut kişisel değerlerden aldığı güçle şiddet uygulamayı hak gören erkeğin durumu hakkında toplum olarak samimi bir itirafta bulunmamız gerekiyor. Sorunun yüzleşmemiz gereken bir yanı da bu.

Kemalist ideolojinin vitrine koyup tepeden haklarla donattığı kadın uzun yıllar saygın ve iftihar edilen bir özne olarak tarif edilmişti evet. Ama günümüzde gurur duyulan 'Cumhuriyet kadını' tanımları geçerli değil artık. Bugünün Türkiye'sinde kadın, geleneksel kozasından çıkıp sokağa adım attığı andan itibaren sınırı olmayan bir şiddet ve örselenmenin hedefi haline gelebiliyor. Şiddete maruz kalan kadını daha güvenli hissettirecek araçlardan ise hâlâ yoksunuz. Hemen her gün basına yansıyan kadın cinayeti haberleri bu sebeple azalmıyor. Türkiye'de hiç de zayıf sayılmayacak kadınların hak mücadelesinin başarıya ulaşamamasının sebebi, Göle'nin söylediği gibi, eşzamanlı olarak erkeklerin bilincinin dönüşmemesi olabilir.

Kadın temsil oranının hâlâ bu kadar düşük olduğu bir parlamentoda yapılan modern yasaların kadınları korumasını beklemiyoruz elbet. Bırakın parlamentoyu, bürokraside bile kadın sayısının hâlâ bu kadar sınırlı olduğu bir ülkede kadınları koruyacak bir limanın sağlanamamış olması, kadınlara tek bir önerme sunuyor; çıktığınız evlere geri dönün. Sokak sizin için güvenli değil. Durum hiç iç açıcı olmayabilir ama şu da bir gerçek; bir kez tadılmakla yaşanan özgürlük hissi geri dönüşü olmayan bir kapı aralıyor kadınlara. Kadınlar birer özne olarak, eşit birer yurttaş olarak yaşamayı, anne olmayı, üretmeyi her zamankinden daha fazla bir tutkuyla istiyorlar. Bu konuda erkeklerden beklentileri ise geçmişe oranla çok daha az. Göle'nin sözünü ettiği zihinsel dönüşümü de sanıyorum o güç yaratacak. Kadınların gücünü gören bir toplumun, o güce yaşama hakkı tanıması kaçınılmaz çünkü.