Bir süredir ‘AK Medya,’ Tunus, Mısır, Avrupa ve ABD’nin birçok kentindeki ortaya çıkan geniş katılımlı halk hareketlerin, Türkiye’de olmamasını fırsat bilip AKP’ye methiyeler düzüyor. Mümtaz’er Türköne’nin 9 Aralık 2011 tarihli ‘Türk Baharı Mümkün mü?’ yazısı buna bir örnek. Türköne ilk önce bir düzeltme yapıyor ve Mısır’dan ABD’ye uzanan ‘sosyal-siyasal kalkışmaları,’ Türkçe’ye ‘bahar’ diye değil, ‘uyanış’ olarak tercüme etmemiz gerektiğini yazıyor. Türköne’ye göre ‘Türk baharı’ ya da ‘Türk uyanışı’ pek mümkün değil. Çünkü, bu uyanışların arkasında, Türkiye’de olmayan büyük sosyal problemler ve sosyal adalet arayışı var. Araplar yoksulluk ve baskıya, Amerikalılar ise toplumsal eşitsizliğe karşı koyuyor. Yoksulluk, eşitsizlik, paralı eğitim, azalan sosyal refah, artan kişisel ve ulusal borçlar, Türkiye’nin değil, Arap göstericilerin, ABD’deki İşgalcilerin, İspanya’daki Öfkeliler’in ve dünya çapında diğerlerinin derdi, diğerlerinin sınıf savaşı. Türköne’ye göre, Türkiye’de ne öfkeye hacet ne de sınıf savaşına imkan var. Sınıf savaşına karşı Türkiye’nin iki dayanağı var. İlki, AKP iktidarının sermayenin küçük ve orta ölçekli işletmeler ile tabana yaymaktaki başarısı. İkincisi ise, Türkiye’de toplumsal eşitsizliğe odaklanmış ve sınıf çatışmasından beslenen bir sol siyaset geleneğinin olmaması.

 

Türköne pek çok konuda yanılıyor. Öncellikle, bugün gördüğümüz halk ayaklanmalarını sınıf çatışmasından beslenen sol siyasetin gücü ile açıklamak pek mümkün değil. Örneğin, ABD’de sınıf çatışmasından beslenen bir sol geleneğin olduğunu söylemek zor. ABD de, aynı Türkiye gibi hem meşru siyasal söylemde hem de gündelik hayatta sınıf farklılıklarını yadsıyan bir toplum. Ama hem Amerika’da hem de Türkiye’de, sınıf farklılıklarını ve toplumsal uçurumları önemseyerek siyaset yapan birçok grup var. Her ne kadar sınıf meselesini indirgemeci bir şekilde yüzde bir ile yüzde 99 arasındaki fark olarak tanımlasa da, İşgalciler hareketi sınıf meselesini ciddiye alan en yeni örnek. Bugün Türkiye’de BDP çatısı altında siyaset yapan birçok milletvekili ve Meclis’te temsil edilmeyen pek çok irili ufaklı grup muhalefetini toplumsal eşitsizlik ile mücadele üzerinden kuruyor.

 

Türköne’nin en çok yanıldığı konu ise, gelir eşitsizliğinin Türkiye’de önemli bir sorun olmadığı. Türkiye’deki gelir eşitsizliği ABD, Mısır, Suriye, İspanya, Yunanistan, Tunus gibi ayaklanmaların olduğu birçok ülkeden daha berbat durumda. Dünya Bankası’nın 2011 verileri buna en taze kanıt. AKP’nin serveti orta ölçekli işletmelere dağıtması gelir eşitsizliğine çare değil. Ayrıca Türkiye’deki yoksulluğun ciddi bir problem olmadığını iddia etmek için kör ya da halkın yaşadığı mekanlardan tecrit olmuş olmak gerekir.

 

Türköne’nin yazısında ayaklanmaların önemli bir sebebi olarak gördüğü ve ‘Arapların’ sorunu olarak yansıttığı baskının da Türkiye’de olmadığını söylemek mümkün değil. İleri demokrasi esaslı bir masal. Göz korkutma, işkence, adaletsiz yargılama pratikleri, sayıları her geçen gün artan eften püften sebepler ile tutuklananları anmadan, Türkiye’de demokrasiden bahsedebilir miyiz? AKP hükümetinin baskıyı genişleterek devam ettirdiği ve iktidarını korumak için polisi ve yargıyı kullandığı yönündeki kanıtlar her geçen gün artıyor.


Ama baskıya rağmen Türkiye’de birçok insan biraraya geliyor, imza kampanyaları, oturma eylemleri ve yürüyüşler düzenliyor. Her gün AKP’ye muhalefet eden bir grubun kısık da olsa sesini bir yerlerde duyuyoruz. Dolayısıyla, ‘AK Medya’da’ iddia edildiği gibi, halkın memnun olduğunu söylemek imkansız.

 

Peki bu sesler biraraya gelir, geniş katılımlı ekonomik ve siyasal demokrasi mücadelesine dönüşebilir mi? Türköne bir konuda haklı: herhangi bir rejimin gücü, sağladığı gerçek olanaklardan değil, beslediği umutlarda yatıyor. AKP, daha çok tüketmek ve itibar kazanmak isteyen insanların umudunu ekonomik büyüme rakamları ve uluslarası siyasetteki kahraman tavırları ile beslemeye devam ediyor.

 

Ancak ekonomik veriler, bu umudu korumanın yakın gelecekte daha da zorlaşacağını gösteriyor. Türkiye’nin Baharı belki de yanıbaşımızda.