Kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, 11 Eylül gecesi gelen kararla kredi notumuzu B2 seviyesine düşürdü.

Prof. Dr. Selva Demiralp Moody's kararını BBC Türkçe için değerlendirdi:

Önümüzdeki günlerde beklenen Yeni Ekonomik Program öncesinde bu not indiriminin gelmesi açıklanacak politikalara olan güvensizliğin bir işareti olarak yorumlanabilir.

Keza not indirimine bir gerekçe olarak kurumların etkin politika uygulama konusunda isteksizlik ve beceriksizlikleri dile getirilmiş.

Raporda son yıllarda geliştirilen politikaların yapısal makroekonomik sorunları ortadan kaldırmaktan ziyade bu kırılganlıkları daha da artırdığı söylenmiş.

Moody's kararını incelediğimizde not indirimine sebep olarak üç temel gerekçe görüyoruz:

*Dış borcun ve azalan döviz rezervlerinin yarattığı kırılganlıklar

*Artan kırılganlıklar karşısında kurumların etkin politika geliştirip uygulayamaması

*Bugüne kadar enflasyon ve cari açık gibi yapısal kırılganlıklarımıza karşı elimizde bir koz olan güçlü mali dengenin yerini giderek artan bütçe açığına bırakıyor olması.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri kararların elbette siyasi bir boyutu olabilir. Bu durum daha çok siyasi ilişkilerin ekonomi üzerinde bir etki yapması beklendiğinde ön plana çıkar.

Çünkü nihai olarak sundukları hikaye ekonomik öngörü ile desteklenmiyorsa yatırımcıları yanıltırlar.

İnanmadıkları bir notu sırf siyasi art niyetle paylaşırlarsa bu bilgi ile hareket edecek yatırımcı para kaybeder. Bu durumda kredi derecelendirme kuruluşunun itibarı zedelenir ve müşteri kaybeder.

İşte bu nedenle yapılan notlandırmalar, makroekonomik temel ve tahminlerden bağımsız olarak verilemez.

Türkiye ile aynı not kategorisinde olan ülkelere göz attığımızda Mısır, Tunus, Tanzanya, Nijerya, Etiyopya, Uganda gibi uzun vadeli ekonomik potansiyel açıdan bizimle boy ölçüşemeyecek ülkelerin yer aldığını görüyoruz.

Bu listeyi görüp "Nasıl olur?" diye sormamak elde değil. Ancak bir fikir vermesi için söz konusu ülkelerin temel makroekonomik verilerine hızlı bir göz attığımızda içine girdiğimiz yeni gruptan çok da farklı göstergelere sahip olmadığımızı görüyoruz.

Tabloda ilk sütun B2 seviyesindeki ülkelerin güncel enflasyon oranlarını gösteriyor. Listedeki 13 ülkeden 11 tanesi bizden daha düşük enflasyon oranına sahip. Bu noktada, söz konusu kararın ileriye dönük bir karar olduğunu ve mevcut rakamlardan ziyade gelecekte bu rakamların ne şekilde evrileceğine dair bir öngörüyü yansıttığını da hatırlatmak lazım.

Raporun ayrıntılarını incelediğimizde;

(i) enflasyonun hedefin oldukça üzerinde olmasına rağmen reel olarak negatif bir politika faizi uygulanması,

(ii) Merkez Bankası'nın siyasi baskılar sebebi ile bağımsız para politikası uygulayamaması,

(iii) öngörülebilir bir para politikası uygulanmaması sonucunda enflasyon beklentilerinin yükselişte olduğunun altının çizildiğini görüyoruz.

Benzer şekilde, IMF tanımlı bütçe açığının yüzde 7.5'e çıkması beklenirken geçen sene verilen cari fazlanın bu sene yerini cari açığa bırakması bekleniyor. Dolayısı ile yukarıdaki tabloda son iki sütunda gösterilen 2019'a ait bütçe açığı ve cari fazla değerlerimizin bu sene uygulanan destek politikaları ve pandemi etkisiyle önemli ölçüde bozulması bekleniyor.

Moody's tarafından dile getirilen bu endişeler temelsiz değil. TCMB kredibilitesinin uzun süredir yıpranmakta olduğu, gerektiğinde faiz artırımına gidilemeyeceği endişelerinin tedirginlikleri artırdığı içeride de uzunca bir zamandır tartışılan endişeler.

Keza Ağustos ortasından itibaren TCMB'nin örtülü faiz artırımları ile karışık sinyaller vererek piyasaları sakinleştirmeye çalışması bir aydır içeride konuşulan hassas konulardan.

Yaptığımız akademik çalışmalarda TCMB'nin faiz kararlarında enflasyon ve büyüme kadar siyasi söylemlere de kayıtsız kalmadığını tespit ettik.

Bozulan bu kredibilitenin ise TCMB'nin piyasa faizleri üzerindeki kontrolünü zayıflattığını gösterdik. Bu bulgular iktisadi teori ile tutarlı olan ve beklenen sonuçlar.

Enflasyonu düşürmek için gerektiğinde faiz artıramayan, bu şekilde beklentileri kontrol altına alamayan bir merkez bankası etkinliğini yitiriyor.

Bu durum enflasyonist beklentileri tetikliyor. İşte Moody's de bu kırılganlıklar ışığında Türkiye ekonomisi için önemli bir risk olarak enflasyonu görüyor.

TL'DEKİ DEĞER KAYBINI ÖNLEMEK İÇİN SINIRLI REZERVLER ERİTİLDİ

Raporda uzun bir kısım azalan döviz rezervlerinin yarattığı kırılganlıklara ayrılmış. Rezervlerin önemli bir bölümünün Merkez Bankası tarafından "başarısızca" TL'yi savunmak için harcandığı ve eriyen bu rezervlerin yerine konamadığı not edilmiş.

Bu eleştiri de çok uzun zamandır ekonomistler tarafından dile getirilen bir husus. Sorunun neden kaynaklandığını bir kez daha hatırlatalım. Ekonomiyi desteklemek için faizler düşük tutulmak isteniyor. Ancak ekonomik kararlar beraberinde bazı tercihleri zorunlu kılıyor.

Faizi düşürmek TL'nin cazibesini azaltıyor. Gerek yerli gerekse yabancı yatırımcı elinde TL tutmak istemiyor. Bu durumda TL değer kaybettiğinden döviz cinsi dış borcumuz artıyor. Bu ise dönüp yüksek büyüme hedefini vuruyor.

İşte bunu önlemek için bir yılı aşkın bir süredir düşük faiz politikaları rezerv satarak desteklenerek TL'deki değer kaybı önlenmeye çalışıldı. Ancak bu tür bir politika sınırlı rezervleri erittiği için sürdürülebilir değildi.

Piyasa mekanizmasına bu şekilde müdahale edilmesi TL'yi yapay bir şekilde değerli kıldı. Bu durum er geç TL'nin zayıflayacağını hesaplayan yabancı yatırımcıların ellerindeki TL varlıkları daha rahat dövize çevirebilmelerine imkan sağlarken yerli yatırımcıyı ise Dolar'a yöneltti.

Serbest kur rejimine dayalı bir sistemde, yerli para birimini değerli kılmak gerekiyorsa bunun için faizin yüksek olması ve bu şekilde TL'nin cazip hale getirilmesi gerekir.

Bu temel mekanizmadan ve serbest piyasa fiyatlamasından sapmak er ya da geç bugün gelinen kırılganlıkları beraberinde getirir. Moody's döviz rezervlerinde gelinen kritik seviyenin daha fazla düşmesi durumunda bir ödemeler dengesi krizinden endişe ettiğini vurguluyor.

NE YAPMALI?

Moody's kararı elbette morallerimizi bozdu. Ancak unutmayalım ki bugün notumuzu düşüren Moody's, 2001 sonrası dönemde Türkiye'nin sürdürülebilir bir büyüme hikayesine inanmış, bu büyüme potansiyelinin yatırımcılar için karlı bir ortam yaratacağını düşünerek arka arkaya not artırımları ile kredi notumuzu B1 seviyesinden Baa3 seviyesine kadar yükseltmişti.

Türkiye, konumu, endüstriyel tabanı, altyapısı ve genç nüfusu ile çok başarılı ve sürdürülebilir bir büyüme patikasına oturabilecek bir ülke. Ancak bunu yapabilmek için kapsamlı bir makroekonomik çerçevenin tanımlanması, günü kurtaracak kısa vadeli ve kısmi çözümler yerine uzun vadeli bütünlüğe ve tutarlılığa sahip, genel bir paketin geliştirilmesi gerekiyor.

Yabancı yatırımcının bizden beklentisi bu. Çünkü ancak böyle bir plan üretkenlik artışını, rekabetçiliği, kurumsal bağımsızlığı, hukuk üstünlüğünü ve makroekonomik istikrarı aynı anda gözeterek yatırımları kara dönüştürme potansiyeline sahip. Bunu geçmişte yaptık, karşılığını aldık. En kısa zamanda tekrar bu zihniyeti benimsememiz bizi ait olmadığımız bu gruptan çıkarıp tekrar yukarılardaki olması gereken seviyemize çıkaracaktır.