Uğur Mumcu, Araştırmacı gazeteciliğin saygın adlarından biriydi. Bu topraklarda araştırmacı gazeteciliğin Kutup Yıldızı gibiydi. Halkın gerçekleri öğrenmesini istemeyen karanlık güçler tarafından öldürülerek susturuldu. Bu ölümle ülkemiz basın tarihine kara lekelerden önemli bir leke daha sürüldü.

24 Ocak 1993 tarihinde, Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Bugüne değin ölümü gerçek boyutlarıyla aydınlatılabilmiş değil.

Öldürülmesiyle ilgili önemli savlar ileri sürüldü. Şu bilgiler bu savlardan biri:

“Tuncay Güney’le birlikte 2001’de gözaltına alınan Ergenekon davasının tutuklu sanığı yazar Ümit Oğuztan’ın da sorgu kaseti ortalıkta dolaşmaya başladı...

Oğuztan sorgusunda, gazeteci Uğur Mumcu’nun Celal Talabani’ye gönderilen seri numaraları silinmiş silahlar nedeniyle öldürüldüğünü ileri sürüyor...

* * *

Biz bu iddiayı, Veli Küçük’ün evinde ele geçen ‘Şirketler ve Köstebekler’ adlı belgeye dayalı olarak daha önce de duyduk ve bu Ergenekon İddianamesinde de yer aldı...

Ergenekon iddianamesinin ‘deliller’ kısmında yer alan raporda, Mumcu’nun, devlet tarafından Celal Talabani’ye gönderildiği iddia edilen 100 bin silahı araştırdığı için öldürüldüğü öne sürülüyor.

Belgenin ‘Susurluk Raporu Silahlar ve Cinayetler’ başlıklı bölümünde yer alan iddialar şöyle:

‘1991’in Ocak ayında Makine Kimya Enstitüsü’ne (MKE) ilginç bir mesaj geldi ve ‘çok gizli’ yürütülecek bir işlemle 100 bin silahın seri numaralarının silinmesi istendi.

Dört gece süren işlemden sonra silahları üst rütbeli bir subay ‘ben JİTEM komutanıyım’ diyerek aldı.

Silahlar, Irak sınırına getirilmeden bir gün önce, 15 Ocak 1991’de, Jandarma Albay Durmuş Coşkun Kıvrak komutasındaki kuvvetler, 700 kadar PKK’lıyı kıskaca aldı.

Ancak bu anda Ankara’dan gelen emirle geri çekilmesi istendi.

Bu emrin nedeni, sınırda çıkabilecek bir çatışmanın dikkati silah sevkiyatına çekmesi olasılığıydı.

MKE yetkililerine de giden yazılı emir dosyasını, Albay Kıvrak ve birkaç asker inceleyince şok oldu.

İlerleyen dönemde askerlerden biri dosyanın fotokopisini çekip gazeteci Mumcu’ya gönderdi.’

Mumcu’nun kendine gelen belgeyi onaylatmak için bazı yerlere açtığı telefonlar nedeniyle öldürüldüğü söyleniyor...

Hatta sorgu kasetinde Ümit Oğuztan’ın belirttiği gibi, ölümünden bir gün önce, 23 Ocak 1993 günü Albay Durmuş Coşkun Kıvrak’ın, ısrarla Uğur Mumcu’yu aradığı ama bir türlü ulaşamadığı sıkça tekrarlanmakta...

JİTEM Albayı Durmuş Çoşkun Kıvrak ise bunu yalanlamakta...

* * *

Son zamanlarda seslendirilen ve dün yeniden gündeme gelen iddiaların, 1997 yılında ‘TBMM Uğur Mumcu Suikastını Araştırma Komisyonu’nda da ifade edildiğini gördüm...

Örneğin, emekli Yüzbaşı Muharrem Tunç’un 6 Mart 1997 tarihli ifadesi Komisyon Raporu’na şöyle geçmiş:

1993 yılında Sıhhiye Orduevi’nde otururken adının Albay Durmuş Coşkun Kıvrak olduğunu öğrendiği bir kişinin ‘JİTEM temsilcisi olduğunu, birtakım belgeleri dosyaladığını, Talabani güneyden, Türk kuvvetleri kuzeyden olmak üzere PKK imha planı için Özal ile anlaştıklarını, bu meyanda Talabani’nin silah istediğini, bu silahların verilmesi ile ilgili JİTEM ve Genelkurmay olumsuz görüş vermesine rağmen, silahların sonunda PKK’nın eline geçeceği kaygısının dile getirilmesine rağmen silahların numaraları silinerek Talabani Kuvvetlerine verildiğini, bu konuları belgelediğini, emekli olunca kendisine vereceğini’ söylediğini; 15-20 gün sonra bu albayın kendisini aradığını, bir suret dosyayı Uğur Mumcu’ya gönderdiğini, kendisine de gelerek bir dosya vereceğini söylediğini ancak, gelmediğini, bir müddet önce bir kısım gazetecilerin bu albay ile ilişkiyi kendisine sorduklarını, İlçe Jandarma Komutanı aracılığı ile gazeteci Ertuğrul Akçay’ın albay ile evinde görüştüklerini, ancak bunların sır olduğunu, söylenemeyeceğini, sonradan caymasına rağmen bu olayı kendisine 3-4 saat anlattığını, 80-100 bin civarında silahın teslim edildiğini söylediğini, numaraların nasıl silindiği konusunda bilgisi olmadığını, ancak silahların kalaşnikof olduğunun kendisine söylendiğini, bu konunun Albay Durmuş Kıvrak tarafından aydınlatılacağını, bu kişinin Mumcu, Eşref Bitlis’in ölümünden sonra Akçakoca’nın bir dağ köyünde yerleşmesinin bu konuda çekincesi olduğunu akla getirdiğini, Mumcu’ya evrakları gönderdiğini söylediğini, ifade etmiştir.’(1)

Uğur Mumcu’nun ölümümünün aydınlanmasının engellendiği değişik kaynaklar tarafından açıklanmış bulunmakta. Bunlar biri şu:

“Eski Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukluoğlu, Uğur Mumcu suikastini araştırırken bir şekilde engellendiğini söyledi. Avundukoğlu, 'Ayhan Ayten adında biri dürbünü almış, Mumcu'nun kurban gittiği sokakta yaşananları tek tek çekmiş. İfadesini gördüm, Komisyona çağırdım. Polis, 'Biz ifadesini aldık, bıraktık' dedi. Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe'yi aradım. Durumu anlattım. Kendisi bana, 'Ne yapacaksın, karıştırma bu işleri' dedi.” diye konuştu.(2)

Yığınla belge, açık seçik kaynaklara karşın Uğur Mumcu’nun gömüldüğü karanlıkların aydınlatılamadığı görülüyor.

Bu kıyımları yapanlar hiçbir bedel ödemeden devletin koruması altında aramızda dolaştılar, dolaşmayı sürdürmekteler.

Aydınlarını, düşünürlerini yok eden toplumların insanlık ailesi içinde saygın yerlerde bulunamayacakları, karanlıklara gömülecekleri, geriliklerden kurtulamayacakları tarihin sayısız deneyleriyle kanıtlanmıştır. Bugün bu sonucu tüm görkemiyle bir kez daha yaşamaktayız.

-------------------------------------

(1) Altan, Mehmet, Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? Bugün Gazetesi, 18.01.2009

(2) Yeni Şafak Gazetesi, 26.01.2009