Son günlerde sokak röportajlarında sık sık rastlıyoruz. Genç, yaşlı hemen herkes; ''Bak kardeşim, boşuna çenemi yorma, yayınlayacaksan konuşayım... Kimseden de korkmuyorum... Yeter artık! Bıçak kemiğe dayandı...'' Kısacası derinleşen geçim sıkıntısından dolayı yaşamı her gün biraz daha zorlaşan halkımız isyanlarda. Daha önemlisi toplumda korku duvarlarının aşıldığını görmek gelecek umudunu içinde yaşatan tüm barış ve demokrasi yanlılarının yüreğine su serpiyor. Artık hiç kimse gelecek güzel günlerin çok uzaklarda olmadığına inanıyor...

Yoğunlaşan ekonomik kriz, enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı, döviz kuru, dış politikadaki sıkışıklık, büyük sermayenin memnuniyetsizliğini gizleyemez oluşu, halkın biriken öfkesi derken siyasi atmosfer değişmiş durumda.

Siyasi havanın bu durumu özellikle son 10 yıldan beri iktidarın zaten var olan yönetim krizini tetikliyor. Saray rejimi hızla çözülüyor. Bürokrasiden yargıya dağılmanın yansımalarını her alanda görmek zor değil. Mafya külhanbeyi Sedat Peker'in ifşaatlarıyla hızlanan süreç, yargıda yaşanan gerilim, (özellikle) TÜGVA ve benzeri yandaş kurumlardaki usulsüzlüklerin sızdırılması gibi dikkat çeken gelişmelerle devam ediyor. İktidarı bir arada tutan Erdoğan imajı gittikçe zayıfladığından önemini kaybederken en tepeden en alta pek çok kurumsal yapı ve siyasal aktörler AKP sonrasına hazırlanıyor. İktidarı bir arada tutan omurga devam edemez hale geldikçe AKP-MHP blokunu oluşturan tüm kesimler yeniden pozisyon almaya çalışıyor. Öyle ki, muhaliflerin yargılandığı davalardan ardı ardına beraat haberleri boşuna değil. En son Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan'dan ''kimse yargıya talimat veremez'' çıkışı geldi. AYM Başkanı Aslan, ''Cübbeyle siyaset olmaz ancak cübbesiz de yargılama yapılamaz'' diyerek iktidarın insafsız yargılamalarına göndermede bulundu...

Tüm bu yaşananlar, ''bürokrasi ve yargıda hava değişiyor mu?'' sorusunu gündeme getiriyor. Erdoğan iktidarının zayıflamasıyla içeriden farklı seslerin daha gür çıkması kaçınılmaz hale gelmiş durumda. Bunu Sedat Peker'e sızdırılan iktidar içi hesaplaşma delillerinin ifşaa olmasından daha iyi anlıyoruz.

Uzun sözün kısası, içinde bulunduğumuz tablonun ortaya çıkmasındaki esas faktör çok açık bir şekilde ekonomik ve yönetememe krizinin derinleştirdiği sınıfsal çelişkiler ve emekçilerin yaşadığı derin sefalet bu kadar aleni iken, AKP sonrası Türkiye'ye dair projeksiyonlarda emek cephesi kendine herhangi bir şekilde yer bulabilmiş değil maalesef. Çünkü emek ve onun siyasal temsilcisi sosyalist sol henüz etkili ve güçlü bir özne, bir aktör değil ülkemizde.

Kuşkusuz Türkiye'yi bugünlere tek başına iktidar partisi değil, Türkiye sermaye sınıfı ve Türk sağı getirdi; Türkiye bugün bu haldeyse bunun gerisinde sağ iktidarlar silsilesinin ve sermaye düzeninin çıkarlarının olduğunu görmemiz gerekiyor.

Bu ülkede sağ denince (bugün itibariyle) akla ilk şunlar gelir; Laikliğe karşıdır. Kadın erkek eşitliği denince tüyleri diken diken olur. Demokrasi denince irkilir, demokrasiyi Batı'dan gelen küfür düzeni sayar. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, tarafsız yargı denince fena olur. Bağımsız ve özgür basından zerre kadar hoşlanmaz. Özgürlük sözcüğünü duymak bile istemez. Sadece kendi sesini duymak ister. Farklı seslere asla tahammülü olmaz. Demokrasiyi demokrasi yapan güçler ayrılığını değil, bütün güçleri, bütün iktidar dizginlerini 'tek adam'da toplamak için yaklaşık 20 yıldır çalışır. Cumhuriyetin özellikle laik ve demokratik olanına karşı çıkar. Dini fütursuzca siyaset aracı olarak kullanır. Türkiye'de adım adım İslami Cumhuriyet'i kurmak ister...

 Tam da bu nedenle içinde bulunduğumuz durumdan çıkış için sola, solun ilke ve değerlerine ihtiyaç var. Solun en temel değeri, doğayla uyumlu bir barıştır, toplumsal eşitliktir, adalettir. Farklı kimlikten halkların ana dil başta olma üzere her türlü ulusal hak ve menfaatlerinin, temsiliyet hakkının tanınmasıdır. Üretilen değerlerin adil bir şekilde paylaşımının kamu aracılığıyla teminat altına alınmasıdır. Sol, açıklık ve şeffaflık içinde hesap sorabilirlik ve hesap verebilirliktir. Herkesin dinini ve mezhebini yani inancını ve inançsızlığını, cinsel eğilimlerini özgürce yaşayabilmesidir. Sol, kadınlara pozitif ayrımcılık tanıyarak, yüzyıllardır süregelen erkek egemenliğine son vermeyi şiar edinir. Kadınlara hayat hakkı tanımayan cinayetlere, eşitliği bir türlü kabul etmeyen her şeye egemen eril dile karşıdır. Sol, ayrımcılığa, ırkların varlığı yalanına dayalı utanmaz ırkçılığa karşıdır. Sol, yoksulluğun doğal olduğuna, böyle gelmiş böyle gider diyen düzenin değişmezliğine biat etmiş olan söyleme de eyleme de karşıdır. Sol, pek çok şeye, duruma, değişmez denilen kadere karşıdır...

Bu yüzden hakiki bir çıkış ancak solla, solun ilke ve değerleriyle mümkündür. Sağın yeni versiyonlarının iktidar olmasının ise mevcut düzeni allayıp, pullayıp bir kez daha halkın önüne getirmekten başka bir anlamı bulunmuyor.

Sonuç olarak, bir yandan halkı iktidara taşıma iradesini solla buluşturan, solun ilke ve değerleriyle politize eden, öte yandan ise AKP sonrasının solsuz siyasal alan planlarına daha bugünden meydan okuyan bir politik akla ve stratejiye ihtiyaç var. Emek merkezli, kamucu, halkçı, laik, bağımsızlıkçı bir siyaseti halk kitleleriyle buluşturmak için zemin son derece uygun. Bunun için siyasetin tüm araçlarıyla bu zemin üzerinde daha hızlı bir şekilde yürümeye devam etmesi, daha çok kişiyle, daha fazla omuzla yan yana gelmesi gerekiyor.

Solun bunu yapacak birikime, akla ve cesarete sahip olduğu inkar edilemez bir hakikattir.