Kardeş Türküler 25. yılını verdikleri konserlerle kutluyor.

Artı Gerçek'ten Seran Vreskala'ya konuşan Vedat Yıldırım ve Ayhan Akkaya Kardeş Türküler'i anlattı.

"Şimdi Samsun’a gidemiyoruz ama bizim yaptığımız müzik barışın müziğidir" diyen Vedat Yıldırım, kendilerini "bizde ayrı gayrı yok, bu memleketin bütün kültürlerine sahip çıkmaya çalışıyoruz’ diyerek hareket eden bir gurubuz" sözleriyle tanımladı.

Vedat Yıldırım ve Ayhan Akkaya'nın Seran Vreskala'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Neden Kardeş Türküler? Kardeş olmayan türküler var mı?

VEDAT YILDIRIM: Bütün türküler kardeştir ve biz bu ismi o yüzden koyduk. Çok sıkıntılı dönemlerde çıkmış bir isim bu aslında. Birlikte yaşamın çok hırpalandığı bir dönemin ismidir bu. Kardeş olmasak bir arada yaşamayacak mıyız diye bir şeyler söylüyorlar ama bizim anlattığımız bir kan kardeşliği değil! Bu aslında bir ‘kader kardeşliği’… Bu toprakların kaderinden kaynaklanan bir kardeşlik… İsteseniz de istemeseniz de bu memlekette birçok halk bir arada yaşamış. Kültürler iç içe geçmiş. Biz bu karışımın mirasının üstündeyiz ve bu karışımın mirasını yiyoruz. Etrafınızda gördüğünüz her şey -yemek kültüründen, mimarisinden, müziğinden, geleneklerinden, kültüründen, dilinden- bir miras ve biz bu mirasın üstündeyiz. İyisiyle kötüsüyle. Bu mirasın içinde savaşlar da var, acılar da hikayeler de…

Ama neden gönül bağı değil de Kardeş Türküler?

VY: Gönül bağı fazla romantik ya! (Gülüyor)

AYHAN AKKAYA: Onu da içeriyor aslında. Gönül bağını dışlayan bir şey değil zaten. Bu ismi düşündüğümüz zamanlar zaten tazminat dönemi falan değil, 25 yıl öncesi… Onun öncesinde bunlar yasaklı mevzulardı. Bizim bu ismi vermemizin sebebi bir nevi hatırlatma oldu aslında. Bunu bırakmayalım, buna tutunalım demekti. Aynı topraklardan geliyoruz, her ne kadar bazı şeyler yok sayılsa da!

Peki, ilk kurulma aşamasında zorluklar yaşadınız mı?

VY: Bizim bir arkadaş önerdi aslında bu ismi. 

AA: Tekil mi olsun çoğul mu olsun, şarkı mı olsun türkü mü olsun diye epey bir düşündük, aramızda konuştuk. 
VY: Başta ismimiz yoktu zaten. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu olarak başlamıştık.
AA: Aslında kulüp çalışmasıydı. Her sene mart-nisan ayında bir kulüp gösterisi çıkar ya; o gösterinin ismiydi. Projenin ismiydi yani. 
VY: O zamanlar bu proje devam edecek mi, profesyonelleşecek mi, albüm çıkartacak mı bilmiyorduk.

Bu kadar büyük bir ses getireceğine dair bir öngörünüz var mıydı?

VY: Yani hiç böyle düşünmedik. Bir fikrimiz de yoktu çünkü farklı bölümlerde okuyorduk hepimiz. 

İkiniz de aynı sınıfta mıydınız?

AA: Ben ekonomi okuyordum, Vedat İşletme… 
VY: Okula pek uğramadığımız için pek karşılaşmıyorduk. (Gülüyor) Ortak dersler vardı tabii…

Apolitik bir gençlikten gelmediğiniz ve ses çıkarmak istediğiniz için böyle bir projeye dahil olmak istemişsiniz gibi geliyor bana… 

AA: Sonuçta herkesin ailesinden, okuduğu okullardan, arkadaş çevresinden biraz bilgisi oluyor tabii bazı konularda. Bizim de alternatif bir şey yapma isteğimiz vardı. Okulumuzun öğrencilere sunduğu sanatsal ve kültürel çalışma olanakları çok genişti ve okul da çok destekliyordu. Bizler de onları sonuna kadar değerlendirmeye çalıştık. 

Bundan birkaç ay evvel Boğaziçili öğrenciler bir konuda görüş belirttikleri için tutuklanmışlardı. Ülkede toplam o ya da bu sebepten tutuklanan 70 binin üzerinde öğrenci var. Bu devirde bunlar yaşanıyor. 25 yıl evvele dönüyorum; sizler ne yaşadınız o dönemlerde?

VY: Bizim yaşadığımız dönemler korkunç dönemlerdi, ‘Beyaz Toroslar’ın, faili meçhullerin, kirli savaşın olduğu bir dönem geçirdik bizler. Ülke çok korkunç olaylar gördü o yıllarda. Bizim dönemin hemen öncesinde, 80’lerin sonlarında bu kimlik siyasetinin gündem olduğu bir dönem vardı. Kürtçe şarkıların olduğu kasetler serbestleşti. Mesela şimdiki Topkapı’nın olduğu yerde otobüslerin kalktığı otogar vardı. Orada sadece bir yerde Kürtçe kasetler satılırdı. O da gizli saklı, el atından… Bütün o Kürtçe kasetlerin üstünde çocuk fotoğrafları olurdu. Ben masumum demek için herhalde… Biz oralarda takılırdık. Öyle bir dönemdi. Hafif bir rahatlıyordu ortalık ama yine o Beyaz Toroslar* ortaya çıkıyordu birden… (*Beyaz Toros diye bilinen eski Renault marka araçların içine zorla bindirilenin bir daha görülmediği, kendisinden bir daha haber alınamadığı dönemden bahsediyor.) Bu durum bizim üniversiteye de yansıyordu haliyle. Biraz duyarlıysanız mücadele denilen bir hareketin içine giriyorsunuz ister istemez. 

Boğaziçi, ODTÜ gibi köklü ve geleneksel okullar bu tip konularda daha aktifler hep.

VY: O dönemi İstanbul, Yıldız gibi üniversiteler daha sert yaşadı aslında. Bizde ise hep bir tartışma ortamı oldu. Bizim okul Robert Kolej geleneğinden geldiği için, nispeten liberal diyebileceğimiz bir yaklaşımı vardı. Bizim muhalif kesimden bile karşıt görüşler oluyordu. Polemikler çok oluyordu. Kürt meselesi, kimlik meselesi, ayrışmalar gündeme geldiğinde hemen karşı tepkiler çok oluyordu. Turnusol kağıdıydı o dönem… Bu tip sıkıntılar her dönem yaşandı ve yaşanacak. 

AA: 91 yılında farklı dillerde şarkı söyleme yasağı kalkmıştı ve bu Resmî Gazete’de yayımlanmıştı. O tarih çok önemlidir. Bizim kitapta var o gazetenin fotoğrafı... 91’e kadar el altından, Topkapı’dan giden süreç yasak kalktığında biraz rahatlamasına rağmen, hemen ardından Türkiye’nin belki de en karanlık dönemi başladı. Faili meçhuller, Sivas katliamı, Gazi olayları, ekonomik kriz falan çok tuhaf bir dönemdi. Bizim 80’leri ve öncesini yaşayan üst kuşaklar vardı; 12 Eylül yaşanmış ve toparlanana kadar bir 10 sene geçmişti, darbe etkileri yeni yeni azalmaya başlamıştı… Bizler de alternatif bir şeyler yapma, ama hakkıyla yapma taraftarıydık. 
VY: İlk önce kendi evimizin önünü temizleyelim diyorduk. 
AA: Öyle. Biraz o alanda araştırmalar yapmak ve yapılan işin altını doldurmak istedik. Kulüp çalışmaları o hummalı ortamda bize çok güzel fikirler vererek yolumuzu açmamıza vesile oldu. Okulumuzun diğer okullara nispeten daha rahat ve özgür bir ortamı vardı; dersler daha kolaydı başka derslere göre. Daha az sayıda ders vardı, kulüp çalışmaları ağırlıktaydı çünkü öğrencilerin rahat olmasını isterlerdi. Bütün bu olanaklar bir araya gelince, bizler bu çalışmalara ağırlık verebildik. 

Yasaklar kalkmasına rağmen tepki görmüşsünüzdür kesin.

VY: Tabii ki bazı tepkiler gördük. 
AA: Biz bir anda tuhaf bir ortamın içine düşmüştük; daha yasaklar yeni kalkmış, böyle bir gösteriyi ilk kez yapıyoruz, oradaki ilk konserimiz… Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Azerice söyleyeceğiz; haliyle biraz çekindik tabii, Kürtçe söyleyince bir problem çıkar mı, Ermenice söyleyince Azeriler bir tepki gösterir mi diye...
VY: Bir de o sıkıntı var tabii. Ermenice söylediğinde Azeriler istemiyor, Kürtçe söylediğinde Türkler... Galiba şu son dönemlerde yine Azerbaycan’da bir şey olmuş, tam bilmiyorum ama oraya yine bir Ermenice konuşma yasağı gelmiş. Yani kanunlarla olmasa bile fiili bir yasak var. Orada yaşayan binlerce Ermeni var sonuçta. Bu aslında politik bir atmosferdir; bu atmosferin halka yansıması da bu şekilde oluyor. Bir dilin yasaklanması için ille de kanun çıkartılması gerekmiyor, halk baskısıyla da bu yapılıyor. Bu da bir husumete sebep oluyor. Biz de onları yüz yüze getirmeye çalışıyorduk; ilk konserimizde o 4 dille şarkı söyleyecektik. Finalde de bir tane Çerkezce barış şarkısı okuduk. Sonra o diller çoğaldı.   

Bir konserinizde Kürtçe okuduğunuz için güvenlik güçleri huzursuz olmuşken, ardından bir Neşet Ertaş, bir de oyun havası patlatınca herkes rahatlamış. Müziğin bu kadar güçlü bir etkisi var mı gerçekten? Savaş başlatabilecek veya bitirebilecek kadar güçlü mü?

VY: (Gülümsüyor) Samsun’da oldu o bahsettiğiniz... Şimdi Samsun’a gidemiyoruz ama o zaman Eğitim-Sen çağırmıştı bizi, çok da güzel bir konserdi. Arada bir elektrikler falan gitti geldi, araya telsiz sesleri girdi ama bir oyun havası patlattık, güvenlikler de oynamaya başlamıştı. Kardeş Türküler’in öyle bir gücü var bence çünkü bir hakkaniyet oluşturmaya çalışan, ‘bizde ayrı gayrı yok, bu memleketin bütün kültürlerine sahip çıkmaya çalışıyoruz’ diyerek hareket eden bir gurubuz. Savaş başlatır mı bilemem ama bizim yaptığımız müzik barışın müziğidir. 
AA: Ama o dönem öyle bir dönemdi. Kürtçe, Ermenice, Lazca söylemek sorun çıkartabiliyordu ama müzik herkesi birleştiriyordu. 
VY: Evet, yani o dönemler sadece Kürtçe, sadece Ermenice ya da sadece Lazca yapsak durum farklılaşırdı. ‘Ya, Kürtçe mürtçe tamam ama şimdi bir de Laz meselesi çıkartmayın bize’ diye Kalan Müzik’e dava açılmıştı. Lazca albüm yüzünden… Mesela o zamanlar Harbiye’deki Askeri Müze’de müzik festivalleri yapılırdı; Kazancı Bedih gibi, Ermenice okuyan Knar Grubu gibi birçok farklı isim gelmişti festivale. 

Harbiye’deki Askeri Müze’de böyle festivaller mi oluyordu?

VY: Eskiden olurdu neyse onları yasakladılar zaten, çıkartmadılar. Kardeş Türküler’i de Türk Halk Müziği kisvesi altına yazmışlar, belki o yüzden gözlerinden kaçmış olabilir. Biz herhalde öyle kurtardık. (Gülüyor)

Sonuçta okuduklarınız halk müziği zaten. Sadece Türk Halk Müziği değil!

AA: Ya öyle tabii ama Türkiye öyle bir kategori olayına çok alışık değildi o zamanlar. Mesela DNR’lar yeni açılıyordu…
VY: Evet ya, onlar etnik müzik mi yazmışlardı bizim için?
AA: Yok, Kürtçe, Halk, Fantezi yazıyordu etikette… (Gülüyorlar) bizim kasetler o bölümdeydi mesela. Bu etiketleri bayağı sosyologlar yapıyormuş; Rock, Caz, Elektronik, onlar belli ama bize ne isim koyacaklarını bilememişler belli ki!  Ben fotoğraflarını çekmiştim, başlığın altında bizim kasetler, hala duruyor.   
VY: Etnik müzik yazanlar da olmuştu ama.
AA: Sonradan… O bölümde bizler, Selda Bağcan, Şiwan Perwer falan vardı. Moğollar da oradaydı. 

Moğollar da mı Halk, Fantezi bölümündeydi?

AA: Evet. (Gülüyor) Sonra değişti. İşte o zaman etnik müzik olduk. Türk Halk Müziği daha da yanlış bir şeydi çünkü bizde bir sürü halkın müziği vardı. Hala da o kısım bir karışıktır. (Gülüyor) 

Fantezi deyince aklıma Ferdi Özbeğen’ler falan geliyor, burada bir taverna dönemi de yaşandı ya. 

AA: O biraz deneysel yapılan bir tarzdı, aslında fantezi müziği farklıdır, o değildir. 
VY: Fantezi, yerleşik bir müzik tarzının kentleşmeyle birlikte ve bir takım başka ögelerle melezleşmesi demek aslında. Türkiye’de bu farklı yorumlandı. Orhan Gencebay da Fantezi müzikten sayılıyordu o zamanlar çünkü bilinen tarzın dışında bir müzik yapıyordu. Musiki de biliyor, halk müziği de biliyor, Arabesk ögeleri de kullanarak bambaşka bir tarz yarattı; Fantezi odur yani. 

Kardeş Türküler politik bir çıkış aynı zamanda. Bu çıkış bir farklılık yarattı mı sizce? 

VY: Kesinlikle. Biz bir karşılaşma alanı yaratıyoruz. Mesela Kardeş Türküler’den Türkçe bir şarkı dinliyor, ardından Lazcayla, Ermeniceyle, Kürtçeyle de tanışıyor ve o dillerin şarkılarını da seviyor. Biz bir kapı açıyoruz insanlara, onlar o kapıdan girince bambaşka odalar ve kapılar görüyorlar. Mesela bizim sayemizde evlenen çok oldu; bir deyişle ırklar arası evlilikler arttı. Konserlerde tanışıyorlar, âşık oluyorlar. Çocuklarının isimlerini hem Kürtçe hem Türkçe koyanlar var. Biz çoğalan bir aileyiz, böylece çoğalıyoruz. 
AA: Bir konser ne kadar sürer? 1,5, bilemedin 2 saat… O 2 saatte olması gereken bir şey görüyor insanlar, sevgiyi hissediyorlar. Kültürlere saygıyı hissediyorlar ve bunu hayatın başka neresine taşıyabiliriz diye düşünüyorlar.

Siz grup ya da bireysel olarak bir sürü projeye imza atıyorsunuz. Bajar da bunlardan biri, tarzı da çok farklı… Niye böyle bir şey ortaya çıktı, daha yenilikçi bir tarz mı istediniz?

VY: Kardeş Türküler geleneksel bir yapıda ve oradaki önceliğimiz geleneksel kültürlerimizin güncelleştirilmesi, yeniden düzenlenerek duyurulması… Çok kalabalık bir proje olmasına rağmen sadece bununla yetinmek insanı yaratıcılık anlamında kısıtlayan bir şey! Hepimiz farklı sesler, farklı tarzlar denemek istiyoruz ve birbirimizin bu alanlarına müdahale etmiyoruz. Ayhanlar ‘Gayda’ İstanbul diye bir proje yapıyorlar, Feryallerin ‘İstanbul Kainat Radyosu’ diye bir projeleri var; Bajar da bir Folk-Rock tarzı olan bir proje…

Demokratik bir oluşum demek ki! Bu kadar ayrı ayrı çalışmalar yapıyorsunuz ama bu 25 yılda hiç ayrılmadınız. Kardeş Türküler olarak kardeş kardeş geçiniyorsunuz yani.

VY: 25 yıl uzun bir zaman evet ama biz aynı zamanda bir kültür sanat kurumuyuz. Orada belli mekanizmalar var, o yapı olmasaydı dağılırdık kesin. 
AA: Aksi zor olurdu. Çünkü orada ortak bir dil oluşturuluyor ve bu sadece bir müzik dili değil. Boğaziçi Gösteri Sanat Topluluğu’nun projelerinden biri olarak hareket ediyoruz. Katılımlara, eleştiriye açık oluyorsunuz bu durumda.  
VY: Yayınevimiz var, tiyatro da dans da yapıyoruz. 

Hiç kavga etmiyor musunuz?

VY: Ediyoruz ama ortada hukuk olunca kavga başka bir şeye dönüşüyor. 
AA: Etmez olur muyuz? (Gülümsüyor) 
VY: Günümüze baktığın zaman arkadaşlıkların, ortaklığın, evliliklerin uzun sürmediğini görüyorsun; bu da tüketici toplumdan ve şehir hayatından kaynaklanıyor. Kapitalizmin böyle bir etkisi var yani. Bu olmadı diğerini deneyeyim, bununla yapamıyorum başkasıyla yapayım gibi kolaya kaçan bir yapımız oldu artık. Bütün problemi karşınızdakinde arayıp, kendinize de pay çıkartmazsanız hiçbir ilişki uzun sürmez. Biz onu biraz kırdık. 

Hala ‘yaşam alancı’ olduğunuzu söyleyenler var.  

VY: Ne güzel işte. Yaşamımızın alanını koruyoruz. (Gülüyorlar) 
AA: Bu aslında üniversitedeki yıllarda konulmuş bir terim. Kendimiz kullanmıyoruz bunu. O zaman yaptığımız işlerden konuşurken, içinde bulunduğumuz alanlardan bahsederken oluştu. 
VY: Muhalefet yaparken gündelik hayatın politikasını es geçen büyük cümleler kurulur, bu normaldi o zamanlar. Kadın erkek ilişkilerinden tutun da ekonomik dağılıma kadar. İnsanların kendini besleme anlamındaki entelektüalizmden bahsediyoruz aslında burada, bilgiyi başkalarına satmadan önce kendiniz için sindirme ve kullanma alanı gibi birçok tartışmayı içinde barındıran bir argüman bu. O yüzden yaşam alanlarından çok bilgiyi sindirmeye çalıştık. ‘Tamam memlekete dair birçok sözümüz var ama önce bunu kendimiz bir yaşayalım var’ bunun içinde. Hobicilikten kurtulma var içinde bunun… Kulüpler öyledir ya, bir hobi gibidir; üniversite biter ve herkes dağılır gider. Biz üniversiteden sonra bile halen bir arada olmaya devam ediyoruz. 

Halkların kardeşliği ile olay bitmiyor tabii, bir de bunun sınıfsal bir tarafı var. Yaptığınız müzik içerisinde sınıf nerede duruyor? Sınıfa nereden yaklaşıyorsunuz?

VY: İşte başkalarının olsa da bizim sınıf tarafımız yok! Mesela ‘Burçak Tarlası’ buna verilecek en iyi örnektir. Çevreyi önemsiyoruz, depremi önemsiyoruz, Soma’yı önemsiyoruz, Gezi’yi önemsiyoruz, LGBT’yi önemsiyoruz, bunlara sınıfsal nasıl yaklaşabilirsin ki?
AA: Bizde her mesele var, sadece sınıf değil! 

Fazla pozitif ayrımcılık yapmaktan geneli gözden kaçırıyorlar demişler sizin için. Yani kadın, Kürt, gey olmayanın sizin için fazla bir önemi yokmuş gibi…

AA: Biz sadece sandık türküleri yapmıyoruz, deprem, Soma, Gezi nasıl genel olmaz düşünsenize! Orada bir pozitif ayrımcılık yok ki, orada bir dayanışma var. Bu dünyaya girdiğin zaman yoksullukla da karşılaşıyorsun, göçle de karşılaşıyorsun. Yerinden edilmelerle, çevre sorunlarıyla karşılaşıyorsun ve biz bunları kendi dillerini kullanarak ifade ediyoruz. Sonuçta yaptığımız şarkılar 500 yıl evvel yapılıp, bugünden kopuk şarkılar değil ki! Hepsinin bugünle bir bağlantısı var. Mesela Mahzuni’nin misket formunda protest şarkıları var, bizler oraları da deşiyoruz. Dikkatle baktığınız zaman bizde çok fazla tema var yani. Bunu pozitif ayrımcılık kisvesi altında belli sınıflara dahil etmenin anlamı yok ama elbette bazı yerlerde pozitif ayrımcılık yapıyoruz. 
VY: Müziğin politik göndermeleri farklı bir meseledir; sadece sözlerin içeriğinin politik olması nedir ki! Kürtçe aşk şarkıları da yapıyoruz, RTÜK bizden şarkının sözlerini istedi, politika değil midir şimdi bu? Mesela 1 Mayıs’ta alanlarda çok farklı kesimlerden insanlar bir araya geliyorlar; orada Türkü Kürdü hep birlikte ‘Kara Üzüm Habbesi’ türküsüyle halay çekmesi politika değil midir? Sonuçta milliyetçilik dediğimiz şey her yere bulaşmış durumda, sendikalardan tutun okullara kadar, o Zonguldak olaylarını hatırlayın lütfen!

Oraya kadar gitmeye gerek yok, sanatın içine de bulaşmış durumda. MESAM’da yaşanan Alevi-Sünni tartışmalarına bakın!

AA: Her yerde var bunlar. Bizler işimizi özenli yapmaya çalışıyoruz, konulara duyarlı olmaya çalışıyoruz. Bizim çok fazla çalışmamız olur, provalarımız olur. Hangi şarkı nereden geliyor, hangi konuyu içeriyor, formları nedir, özenli bir şekilde çalışıyoruz. Bunları bile yapmak ülke için de maalesef bir alternatif sayılıyor. 
VY: Candan Erçetin en son bir single yaptı; sözlerine bakın, göndermeleri çok olan bir şarkıdır o. Bugüne dair, yaşadıklarımıza dair bir cümlesi var orada. Bunlar değerli şeylerdir. Bizim gibi geleneksel çalışmaların sistematik ve düzenli şekilde gitmesi gerekir çünkü 50 yıl sonra kalmayacaklar, korunması gerekiyor. 
   
Siz yaptığımız politik çıkışın çok güzel sonuçlarını gördük dediniz ama bizim bu durumumuz nedir peki? Akıl almaz boyutlarda nefret, kin ve düşmanlık görüyoruz. Hiç olmadığımız kadar ötekileştirildik. İnanılmaz boyutlarda bir bölünme var şu anda. Madem sonuç aldınız, bu durum nedir? Başarı nerede?

VY: Bu durum birilerinin işine yarıyor işte. 
AA: O kadar karartmamak lazım durumu, bir dönem bu dillerin konuşulması bile yasaktı mesela ama şimdi değil. Yasaklar kalktığında bile bir geçiş dönemi yaşandı, ‘tamam yasak kalktı ama çok da abartmayın’ diyenler oldu. O da var, o da var anladık ama sonuçta bir üst kültür de var burada. Biz bu üst, alt kültürlere hep karşı durduk; herkesin eşit ifade hakkına sahip olması lazım, demokratik söylemler yapılması lazım vs. ama bu 3-5 kişinin yapmasıyla olacak bir şey değil tabii. Binlerce insanın bir araya gelmesi lazım, bu ilkelerin kurumsallaşması lazım. Madem devlet var, bu şekilde kurulsun demek var. 

Gerçekten aradaki bu uçurumun kapanacağına inanıyor musunuz?

AA: Her şeyi devletten beklemeyelim. İnsanların da bu ilkeleri daha fazla sahiplenmesi gerekiyor.   

Fakat bu düşmanlık sadece kendi insanlarımıza yapılmıyor; mesela şimdilerde Araplara da bir düşmanlık söz konusu. 

VY: Evet ya, zamanında Almanların Türklere yaptığını şimdi bizler Araplara yapıyoruz. Tarih böyle. 
AA: Bu tip şeyler zaman zaman hedef değiştiriyor, bir azalıyor bir artıyor. İşte bu noktada insanların insanlığı sahiplenmesi gerekiyor, sahiplendikçe birtakım adımlar atılabilecek.
 
Mesela Beyoğlu’nda Arap müziği yapan bir grup var, çok da iyiler ama izleyenler sadece Araplar. Bizimkiler onlara ‘ne işiniz var burada’ gibi bakıyor, aralarına karışmıyor. 

VY: İşte genelden çok o alanlara bakmak gerekiyor; o alanlarda barışçıl bir ortam var mı, ayrımcılık var mı diye çünkü bizi şekillendiren o alanlar aslında. Bak ülkede Rock festivalleri yapılıyor, normalde ya da çoğunlukla seküler kesimin ilgi gösterdiği ve kendini daha özgür hissettiği o festivallerde Türkçe dışında bir dil var mı, bak bakalım? Yok.

SÖYLEŞİNİN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ