Ağustos ayı hiç sevmediğim bir ay. Her sene temmuz ve ağustosun bunaltıcı sıcaklığında geleneksel olarak sağlığım biraz bozulur. Üstelik bu ağustos plebisiter saltanatlığa, reel padişahlığa ve el etek öpen sadrazamlığa da tanık olduk. Demokrasi adına gerek iktidar partisinde gerekse ana muhalefet partisinde utanç duyulacak günler yaşanıyor. Kemalizm’i eleştirerek iktidara gelen AKP kemalizmin tek şef, devlet eşit parti anlayışını kendi Türk-İslam sentezli neoliberal vahşi kapitalizm çizgisinde hayata geçiriyor. Kongrede bir tek muhalif yok. Bir tek farklı ses yok.

Padişah olmaya özenen, çarlık özentisi Putin’i de geçen Erdoğan’a, el etek öpmede Medmedev’i de geride bırakan bir veziriazam özentisi. Hırslı da. İbrahim paşa da hırslıydı. Sonunda Kanuni O’nu da sildi.

Şimdikinin hırsında; özgürlük aşkı, adalet aşkı, eşitlik aşkı yok. Hele hele ahlakın, yasaların denetçisi olan insanoğlunu temel alan etik aşkı hiç yok. Veziriazam özentisinin kongre konuşması içi boş, özgürlükler açısından tehlikeli, sahibine biat konuşmasıydı. Ama bir cümlesi var ki tüm cümle alemin tedirgin olması, uyanık olması hele hele insan hakları savunucularının adeta tetikte amade olması gereken vahim bir tehditti.

‘Özgürlükler yeni ahlaki formasyonla buluşturulacak’ vaazında bulundu. Hadi ordan! Bir profesör yirmi birinci yüzyılda böyle bir zırva hedefini itiraf edebiliyor. Özgürlükler her çağda sadece yasalarla değil dönemin egemen ahlak anlayışıyla da cebelleşerek, boğuşarak gelişmiştir. Dönemin ahlakı daima özgürlüklerin, insan haklarının önünde engel olmuştur. Ahlakın kendisi tutucudur, statükocudur. Veziriazam açıkça neo-osmanlıcılık aslında Türk-İslam sentezinin ahlakını zaten kısıntılı olan özgürlükleri budayarak hakim kılacağını ilan ediyor. Onun ahlak anlayışında kadın erkek eşitliği, çocuk hakları, vicdani ret, sivil itaatsizlik, doğrudan demokrasi, bireyin devleti eleştirmesi yoktur. Parti üyesinin parti şefini,hatta veziriazamın kendisinin padişah özentisini eleştirmesi yoktur. Özel hayatın dokunulmazlığı yoktur.

Ahlakta her zaman devletsel ve dinsel bir çerçeve vardır. Özgürlükçüler için, insan hakları savunucuları için ahlak değil etik önemlidir. Etik ahlaktan farklı olarak seküler ve evrensel bir değer taşır. Etik çoğu kez yanlış olarak ahlak sözcüğüyle eş anlamlı kullanılır. Cumhuriyet ve Birgün gazetelerinin bulmacalarında bile bu yanlışlık sürekli yapılıyor. Etik, olması gereken, uyulması gereken doğrulardır. Etik, ahlak öğretisidir. Ahlakın denetçisidir. Nasıl insan hakları hukuk üstü ve reel pozitif hukukun denetçisi ise etik de ahlak dışı, ahlak üstü, ahlakın denetçisidir.

Ahlak gelişime engeldir, ayakbağıdır. Egemen ahlak yeniliklere kapalıdır. Nasıl insan haklarında uçsuz bucaksız ufuk açılımı var ise, etikte de aynı ulaşılması gereken yeni hedefler, arayışlar hayalleri bağrında taşıyan bir maya vardır. Ahlak ise değişime ve arayışa karşıdır. Ahlak kutsallar yaratır. Etikte ise kutsallık olmaz. Etik kutsallığı kabul etmez. Onun içindir ki bilim insanları aradaki farkı betimlerken “ahlak ve davranışın ahlaksal yorumu toplumdaki halinde yaşayan insanın toplumsal pratiğine ilişkin teorik normsal yargıların bilinciyken; etik geçerlilikteki kabul edilen ‘pratik’ ahlaksal yargıyla aynı şey olmayan, ahlakın özünü, ortaya çıkış nedenlerini, tarihsel gelişim sürecini irdeleyen öğretidir. Ahlakın bilgisidir, denetçisidir etik” diye vurgularlar.

İdealizme göre ahlak, tanrısal, manevi bir değer standardı iken, materyalizme göre ahlak insanın toplumsal pratiğine doğrudan bağlı olarak insan tarafından ortaya konulan ve yapılandırılan dünyasal, insana ait moral bir değerdir ve her süreçte de değişir. Bir önceki sürecin ahlakı bu değişime karşı direnir. Bir dönem en ahlaki değer olan bir başka dönem için ahlaksızlık olarak telakki edilebilir.

Örneğin hetarizm döneminde en çok erkekle beraber olan kadın en asil, en aristokrat kadın kabul edilirdi. Sonraki dönemlerde ise tam tersi bir ahlaki değerlendirmeye muhatap olundu. Davutoğlu’nun özlediği özgürlük jandarması ahlak anlayışında eve kapanan kadın, erkeğin kölesi kadın, devlete ve aileye kutsal gözle bakan tebaa, padişahı ve veziriazamı eleştirmeyen basın, devleti tanrılaştıran kul anlayışı vardır.

İktidar dalkavuğu Orhan Miroğlu basında yazılan doğruysa Davutoğlu’nu Edward Said’e benzetme gafletinde bulunmuş. Edward Said idealist felsefeci değildi. İdealist felsefeciler ahlaki standartları değişmez, sorgulanamaz ön kabuller üzerine oturturlar. Bunlara göre tanrı insanı yaratma sürecinde ahlakı da vermiştir.

Bu konuda söyleyecek çok sözümüz var. Fazla uzatmayalım. Ahlak aslında, doğrudan bireysel ve toplumsal bilinçle ilişkili olduğu anlamda ideolojik aygıtın bir unsurudur. Dolayısıyla ideolojik bir baskı aracıdır. Ahlak da, devlet ve din gibi toplumsal ilişkilerin, bu araçlara gereksinimi olmayacak bir biçimde düzenlendiği andan itibaren sönümlenecektir.

Ekim ayından itibaren yeniden başlayacak Özgür Üniversite’deki ‘alternatif hukuk ve insan hakları’ söyleşilerimizde bir konuyu da ayrıntılı olarak ahlak ve etik, insan hakları konusuna ayıracağımızı şimdiden belirtelim.

Veziri azam efendinin sonu da İbrahim Paşa gibi olur mu bilmiyorum. Ama onun ahlak anlayışı özgürlükler mücadelesi karşısında tarihin idealist çöplüğüne atılmaya adaydır. Aslında ben tüm suni yaratılan ihtişamlı gösterilere rağmen AKP iktidarının artık gerileme ve çöküş sürecine girdiğine inanıyorum. Yeter ki bizim cenah önemli hatalar yapmasın. Çuvaldızı da her zaman kendimize batırmalıyız. Örneğin, değerli Selahattin Başkan’ın meclisteki cumhurbaşkanlığı yemin töreninde ayakta alkış tutması hiç hoş olmadı. Ayağa kalkması mecburi bir teamül. Ama alkış da neyin nesi? Sırrı Süreyya’nın Hakan Fidan’ı dış işleri bakanı olarak görmek isterim demesi de hoş olmadı. Bırak onu veziriazam düşünsün. HDP’nin yükselişe geçtiği bir dönemde Cemil Bayık’ın marjinal tartışması da pek yerinde olmadı. Dikkat aman dikkat! Tabi ki çalışan hata da yapar. Hatalar olacak ama iğneyle kuyu kazar gibi özgürlükler mücadelesinin derelerini ırmaklarını okyanusa dönüştürmek gerek. Beceri ile, incelikle, estetik zarafetle, usla, öngörüyle, özgürlükçü felsefeyle.

Bazı kısa anekdotlarla bitirelim. Ortadoğu’nun şu anda en vahşi insanlık dışı gücü olarak tehlike arz eden IŞİD ile ilgili Gaziantep baro başkan yardımcısı Bilgi Edinme Yasası’na dayanarak emniyet müdürlüğüne Gaziantep’teki IŞİD faaliyetleriyle ilgili soru yöneltmiş. Verilen cevapta ‘devlet sırrı’ nedeniyle bilgi verilemeyeceği belirtilmiş. Her şey ne kadar açık değil mi! IŞİD’i büyüten güçlerin sadece Katar, Suudi Arabistan ve başlangıçta ABD olmadığı bu kervanda Türkiye’deki iktidarın da büyük bir sorumluluğunun olduğu gayet açık.

Yeni adli yıl başlıyor. Yargıtay başkanlar kurulu lütfetmiş Barolar Birliği başkanının konuşmasına Erdoğan’a rağmen oy çokluğuyla karar verme cesaretini göstermiş. Çok şükür. Ne kadar acı böyle bir şeyin tartışılması, oylanması. Savunma hakkının, savunma dokunulmazlığının, savunmanın örgütünün öneminin zerre kadar bilincinde olmayan bir rejimle karşı karşıyayız. Yargılama faaliyetinde savunma da yargının kurucu unsurlarındandır. Bu yasaya dahi girdi. Üstelik en önemli kurucu unsurudur. Zira iddia makamı ve yargı makamı iktidar erkinin temsilcisidir. Savunma makamı ise yargılama faaliyetinde halkın temsilcisidir. Yönetilenin temsilcisidir, dilidir. Barolar birliği Başkanının konuşmasına süre kısıtlaması getirilmesi dahi bir ayıptır. Süreyi kurum adına konuşan kişi makul bir sürede kendisi belirlemelidir. Tüm bunları hiçbir zaman uyuşmadığım milliyetçi ideolojinin etkisinden kurtulamamış Barolar Birliği başkanının şahsından bağımsız olarak ilkesel anlamda yazıyorum.

Yeni adli yılda adli ve yargı alanında neler olması gerek ayrı ve geniş bir yazı konusu. Şimdilik yeni adli yılda tüm savunmanlara insan hakları etiği ışığında özgürlükçü hukuk üretimi yolunda başarılar diliyorum.