Bu aralar dillendirilen: “Tarihi belgelerde arayalım, tarihçilere bırakalım” demeçlerinden sonra tarih kelimesinin sözlük anlamını çok merak ettim. Geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini yer ve zaman bildirerek, sebep-sonuç ilişkisi içinde anlatan bilim dalıymış tarih.

 

Sözlük anlamı marazlı ki böyle bir anlayış gelişmiş. Alın kağıdı elinize, yazın şimdiki insan topluluklarının yaşayışlarını, sonra da geleceğe vesika bırakın, olsun size tarih. Ama mesele neyi yazdığınız değil, nasıl yazdığınızda.

 

Kayseri’de yaşadığım için halihazırda, buradan örnek vermek durumundayım. Kümbet mahallesinde yaşayan bir grup roman ve çevre illerden gelen yoksul vatandaşların tarihini yazalım mesela. Ne yazacağız, gazetelerde yazanları mı? Kentsel dönüşüm kapsamında evlerini güle oynaya yıktılar haberlerinden yola çıkarak mı tarih yazacağız? Hadi daha dürüst olalım. Gerçekten Sayın Başkan’ın ziyaretinde davul çaldıklarına, kameralar karşısında balyozlarla evlerinin, kendi tarihlerinin döşüne döşüne vurduklarına tanık olalım ve öyle not düşelim tarihe. Görerek yazdığımızda gazete haberlerinden farklı bir şey söyleyebilecek miyiz? Neden-sonuç ilişkisi bağlamında Kümbet sakinlerinin, sözüm ona daha insani yaşam şartları içinde daha güzel evlerde yaşamaları için kentsel dönüşüm kapsamında evlerinin yıkıldığını ve TOKİ tarafından inşa edilen evlere yerleştirildiklerini mi yazacağız, yalnızca? Ne güzel, yıllar sonra birileri çıkıp bu ülkede romanlara ve çevre illerden gelen yoksul insanlara belediyelerin ne büyük iyilik yaptığını söyleyecek bu yazılanları okuyunca.

 

Ve yine yıllar sonra, o Kümbet sakinlerinin torunlarından biri çıkıp, ki sınıf atlamamışsa hala toplayıcılık yapacak, dedelerinin, anneannelerinin yaşantılarını anlattığında da kimse inanmayacak. Torun diyecek ki; “Büyüklerim kağıt toplayıcılığıyla geçiniyormuş. 1 günlük kazançları en iyi ihtimalle o zamanın parasına göre 15 TL imiş. Evet eski evlerde yaşıyorlarmış ama Kümbet mahallesi şehre yakın olduğu için toplayıcılık yapmak onlar için daha kolaymış. Sonra kentsel dönüşüm diye bir şeyden bahsetmişler kendilerine. Para vermeden daha güzel evlerde oturacaklarını söylemişler. O kirli, küçük ve sağlıksız evlerde yaşamak zorunda kalmayacaksınız demişler. Dozerler gelmiş koca koca, yıkmış, yerle bir etmiş evleri. Başkan gelmiş bir gün gazetecilerle, kamerayı seven dedeler ellerine balyozu alıp döşüne döşüne vurmuşlar evlerinin. Ama farkında değillermiş başlarına geleceklerin. Başkan büyük adam, mahalleye kadar gelmiş, romanlar da çalgıyı sever, davul çalmadan olur muymuş hiç? Taşınmışlar daha yeni ve daha güzel evlerine. Sonra en iyisinden günde 15 TL kazanan dedemlerden aylık 100-150 TL ev parası istemişler. Nasıl ödeyeceğiz demişler olmamış. İşin kötüsü, evler yeniymiş ama mahalle çok uzakmış. Nasıl gidilecekmiş ta şehre kadar tekerlekli arabalarla kağıt toplamaya. Kümbet mahallesinde en azından günlük kazandıkları para varmış. Çoluk çocuk aç, bakkal veresiye, kış gelmiş odun yok… Bulunan odunla zehirlenseler, sağlık ocağı yok… Eylül’de çocukların gidebileceği bir okul zaten hak getire. Mahalleye günde 3 sefer otobüs gide, gele… Sonra bu mahalleye Cennet mahallesi adını takmışlar. O zamanlar böyle bir dizi varmış dedemin anlattığına göre. Romanların yaşadığı bir mahalleyi anlatıyormuş, mahallenin adı da Cennet mahallesiymiş, oradan esinlenmişler. Dedem, anlayamadık bu Cennet nasıl Cennet, ama herhalde yalan dünyada acı çekenin, gerçek dünyada Cennet’e gittiğine inanıldığından böyle diyorlar, derdi.”

 

Sonra bunu dinleyenlerden birçoğu ukala ukala, “Yapılmışsa vardır bir bildikleri” deyip işin içinden çıkacak. Sinirlenecek torunların okumuşları, haklarını aramak isteyecekler. Kamuoyu yaratılacak ama dedelerin haklı olduğu düşünüldüğünden değil, gazeteciye çatışmalı gündem lazım geldiğinden. Sonra bir başkan çıkıp cevap verecek yazılan çizilenlere: “Tarihi tarihçilere bırakalım, belgelerle konuşalım.”

 

Torunlar durmayacak: Kümbet’in, Ermenilerin, Dersim mağdurlarının, belki daha bilmediğimiz başkalarının torunları hem Sayın Başkan’a hem de dünyanın, ‘demokrasinin beşiği’ bilmem hangi ülkesinde çıkacak yasaya dair; “Tarihin neyini tartışacağız belgelerle? Biz sözlü ve canlı tarihi biliyoruz” diye yanıt verecek.

 

Sonra? Sonrasını ya yalancı tarih belirleyecek ya da torunlar gibi düşünenlerin yazacakları. Allah’tan dedelerin ‘Yalancının mumu yatsıya kadar yanar’ diye bir atasözü var da bir gün dünyada Cennet’i göreceğimiz umudunu taşıyoruz.