Toplumumuzda, havayı germek ve karşılıklı hoşgörü ortamını ortadan kaldırmak isteyenlerin; son günlerde dillerine doladıkları konuların başında "içki" geliyor.

Özellikle Anadolu'da içki içilen yerlerin ortadan kalktığı düşüncesi ve belli bir yaşın altındakilere içki satılmasını engelleyen son yasal düzenlemeler; "Din devletine mi gidiyoruz" soru ve iddialarını artırdı. Elimde, bu konuda yapılmış bir araştırma olmamasına karşın; kendi çevremde bu türden bir baskı görmüyorum. Ancak bu iddia haklı da olabilir. Fakat bu durumda, bu iddiayı dile getirenlerin; bir araştırmaya dayanmaları ya da biraz rakam vermeleri gerekir.

Çok genç yaşlarımdan beri; Anadolu'yu neredeyse karış karış gezdim. Yazın da gezdim, kışın da gezdim; ilkbaharda da gezdim, sonbaharda da, Anadolu'nun pek çok kent ve kasabasında içkili bir yer bulmak son derece zordu. Hele Ramazan ayında; hemen hiçbir yerde içki içemezdiniz. Hatta bırakın içki içmeyi; İstanbul'un pek çok semti dâhil, kolayına öğlen yemeği yiyecek yer de bulamazdınız. Hatta zaman zaman bu nedenle çıkan kavgaları ve kan bulaşan olayları gazetelerden okurduk. Ne Necmettin Hoca vardı piyasada ne AK Parti...

Xxxxxxxxxxxx

Mahalle baskısı iddialarının ortaya atıldığı ve alevlendirilmeye çabalandığı bir dönemde; "elbette mahalle baskısı vardır; ama bu baskı, dinsel nedenlerle değil, farklılığa duyulan tepkidendir" diye yazmış ve birilerini çok kızdırmıştım. Bunlara kalsa mahalle baskısı denilen baskı; halkımızda dinsel duyguların tahrik edilmesinin bir sonucuydu ve çağdaş yaşamımıza müdahale ediliyor ve çağdaş yaşamımız baskı altına alınıyordu. Hiç kuşkusuz, böylesine bir baskı olabilir. Ancak, bunun tam tersi olması da mümkündür.

Ben, Yavuz Selim'de; Vatan Caddesi'ndeki, Emniyet'in arkasında oturuyorum. Oturduğum apartman, 16 daireli. Bu 16 dairede her türlü insan yaşıyor. Örtülüsü de var, süper mini gezeni de. Sadece çarşaflımız eksikti, yakınlarda eşi çarşaflı olan genç bir çift, bebekleriyle birlikte taşındı. Bu 16 daire arasında, eskiden anımsadığım türden bir komşuluk olmasa bile; asla yabancılık yok. Karşılaştığımız zaman, en azından birkaç hal hatır sorarız. Zor günlerimizde hep birbirimize yardımcı olmuşuzdur.

Bizim buralarda "kapalısı" çok olmakla birlikte, asla bir mahalle baskısından söz edemezsiniz. Hatta tam tersine; bir mahalle dayanışmasından söz etmemiz bile mümkündür.

Ancak bakıyorum, Ramazan vb. gibi dönemlerde, mahallemizin ve apartmanımızın genç kızları, üstlerine başlarına biraz daha dikkat gösteriyorlar. Belki, içten içe bir baskı duyuyorlardır ama belki de bu tavırları saygıdandır.

 Xxxxxxxxxxxx

Günlük bir gazetede genç bir muhabir kızımız "Türkiye'nin Tahammül Tablosu" başlığı altında bir çalışma yürütüyormuş. İlginç sorular hazırlamış. Bunları bana da yöneltti. Umarım yakında biter de bu yararlı çalışmayı okuyabiliriz.

Sorulardan biri şuydu: "Türkiye'de uzun vadede insanların birbirlerinin yaşam biçimlerine tahammülü artacak mı azalacak mı?"

Çok güzel bir soru. Ancak, Türkiye'yi tanıyan bir insanın bu soruya verebileceği yanıt belli. İnsanlar Türkiye'de ne zamandan beri birbirlerinin yaşam biçimine tahammül edemiyorlar?

Bu toplumda insanlar; yüzyıllarca çok farklı dinler, mezhepler ve kültürler biçiminde yaşadılar. Düşünün ki; İstanbul'un Darülaceze'sinde cami, kilise, havra yan yanadır.

Eski evrelerde, ciddi sorunlar yaşanmış olmakla birlikte, Sünniler ve Aleviler yan yana yaşadıkları gibi; Ortodokslar'la Katolikler de bir arada yaşayabilmişler. Osmanlı'nın son dönemlerinde; "Maarif Nezareti"nin, laik diyebileceğimiz ilkokuluyla; caminin yanındaki mahalle mektebi ve bunların yanında Rum İlkokulu ve elbette Ermeni okulu "bebeleri" eğitmiş. Hiç de rahatsızlık duyulmamış...

Büyük kentlerimizde pek yaygın değildir ama sol siyasal örgülerin, bugünkü üyelerinin önemli bir bölümü; çocukluklarında yaz aylarında Kuran kurslarına gitmişlerdir. Neden rahatsızlık duysunlar?

Aynı biçimde, (içlerine, pek sindirmeseler de) aynı aile içinde başörtülülerle başı açık olanlar; birbirlerini hiç rahatsız etmeden yaşar giderler. Okullarda bile başörtüsü yasağının gevşediği dönemlerde başı örtülü olan ve olmayan kız öğrencilerimiz, samimiyet içinde yaşarlar. Zaten toplumumuzda, (genellikle) ne başörtülüler başı açık olanlardan rahatsızlık duyarlar ne başı açık olanlar başörtülülerden rahatsız olurlar.

Tahammülün artması ya da eksilmesi nereden çıktı?..

Xxxxxxxxxxxxxx

Sorulardan biri de şöyle: "Bugün bir türbanlı vatandaşa asla tahammül edemeyen Kemalist kesimin kırmızıçizgisi bir yerde kırılacak mı?"

Bu sorunun ardındaki düşünce "türdeş" (homojen) bir Kemalist kesim varlığına dayanıyor. Doğrusu böyle bir türdeş kesim yok ve çok farklı "Kemalizmler" ve "Kemalistler" var.

Örneğin ben kendimi, "iflah etmez bir Kemalist" sayarım ama türbanlı vatandaşlarımıza karşı tahammülsüz falan değilim. Genç kızlarımızın modern bir görüntü içinde olmalarını tercih ederim ama herkesin tercihine de saygı duyarım. Bu arada; kara çarşaftan ve peçeden hiç hoşlanmadığımı da belirtmem gerekir.

Kısaca "yaşama müdahale" endişelerinin boş endişe olduğunu düşünüyor ve böyle ayrılıkçılıkların kimseye hayır getirmeyeceği konusundaki inancımı yineliyorum.