CHP'nin çağrısı ile altı siyasi partinin bir araya gelerek yaptığı yuvarlak masa toplantısının yankıları devam ediyor. Her ne kadar ayrıntılarının 28 Şubat tarihinde anlatılacağı söylense de toplantının kendisi başlangıç olarak birçok şeyi anlatıyor.

AKP-MHP iktidarının gerek ulusal ve gerekse uluslararası arenada ülkeyi içine düşürdüğü bataklıktan çıkarmak amacını taşıyan, bir nebze de olsa demokratik nüveler taşıyan her girişim zımnen de olsa desteklenmelidir. Zira söz konusu edilen partilerin oy potansiyelinin ülkenin % 55-60 aralığında olduğu düşünüldüğünde bu girişimin yadsınamayacağı ortadadır.

Ancak akla takılan, yanıtlanması gereken çok önemli bazı noktaların olduğu da inkar edilemez bir gerçektir. İçerisinde AKP'li dönemlerin önemli aktörlerinin bulunduğu, ülkenin 2002 AKP'nin iktidara geldiği dönemlerden daha kötü hale gelmesinde önemli kararların alınmasına neden olmuş kişilerin buluştuğu bu yuvarlak masa konusunda beklentiler çok daha dikkatle izlenmelidir. Örneğin, başta enerji zamları olmak üzere yaşanılan ekonomik krizin bütün sonuçlarının bu masada bulunan DEVA Partisi'nin başındaki Ali Babacan'ın ekonomi bakanlığı dönemindeki özelleştirmelerin sonucu olduğunu kim inkar edebilir? Keza ülkeyi Suriye ve Libya bataklığına düşürülmesinin de yine bu masadaki Gelecek Partisi genel başkanı Ahmet Davutoğlu'nun önce dışişleri, sonrasında başbakanlığı dönemlerinde gerçekleştiğini politika ile ilgilenen herkes bilir...

Bu gerçekler çerçevesinde mevcut tek adam rejiminin yerine sadece, daha evvelki ülkenin hemen hemen hiçbir sorununu çözüme kavuşturmamış, çözememiş eski tip parlamenter rejimi savunmak olmamalıdır. Meselenin en can alıcı noktasının burası olduğunu düşünüyorum. Yani saray rejimiyle de, AKP'yi var eden objektif koşullar ve sorunlarla demokratik, laik, evrensel hukuk çerçevesinde, eşdeğer yurttaşlık ilkesi ve bilinciyle, halktan yana, kamucu bir anlayışla mücadele edilmediği vakit ülkenin sorunları çözülemez.

Haklarını yemiş olmayalım, her ne kadar 28 Şubat'ta detaylarını açıklayacaklarını söylemiş olsalar da, biz hala, bu altı parti ittifakının laiklik konusunda, kamuculuk konusunda, özelleştirmeler konusunda, özelleştirilen kurumların yeniden devletleştirilmesi ve işlerliğe kavuşturulması konusunda, Kürt sorunu konusunda, kadın ve iş cinayetleri konusunda, özgürlükler konusunda, tarikatlar konusunda, şimdiye kadarki hukuksuzluklar, yolsuzluklar hakkında hesap sorabilirlik konusunda bütünlüklü olarak neler düşündüğünü ve ne yapmak istediğini programatik olarak bilmiyoruz. Ülkenin geleceği açısından bu durumun görmezden gelinmemesi kabul edilemez bir başka hakikat. Aksi durumda AKP rejimi bitse de bu ülkenin içinde bulunduğu durum reel olarak determinist bir beklentiyle kendiliğinden çözülemeyecek kadar derindir. Gerçek manada toplumsal bir barış ve demokrasinin yerleşmesi için güçlü bir adalet iradesine ihtiyaç vardır.

Düşünüldüğünde şikayet ettiğimiz bu durum bazı CHP elitlerinin söylediği gibi AKP ile başlamamıştır. 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ülkede temel olarak önemli bir makas değişikliğine gitmiş, akabinde 1980'li ve 1990'lı yıllar o dönemde az da olsa var olan demokrasinin, ekonominin en bunalımlı yıllarıdır. Türkiye bu tarihlerde önüne konulan neoliberal reçete doğrultusunda halktan yana olmayan sancılı bir süreç yaşamıştır. Bütün bu sürecin üzerine yaşanan 2001 krizi ve DSP-ANAP-MHP hükümetinin hazin sonu AKP rejiminin somut maddi koşullarını hazırlamıştır. Bugüne kadar geçen bu süreçte adeta ülkenin sosyolojisi değişmiştir. Sınıf mücadelesi hemen her alanda gerilemiş, dengeler emekten yana değil doğal olarak sermayeden yana değişmiştir. İlk yıllardaki tek parti iktidarının ülke yönetiminde olmasının yarattığı suni olumlu siyasi atmosfer ülkeye para girişini çoğaltmış, bu durum insanların rejime adaptasyonu sağlanarak ülke gerçek manada neoliberal yani vahşi kapitalizme teslim edilmiştir.

Esasen Millet İttifakı sağ bir ittifaktır. Sol adına büyük alanlar açması ve sol ile somut ittifak etmesi bu anlamda çok zordur. Hatta imkansızdır. Sol da bunun bilincinde olarak elinin söz konusu altı partiye nispeten daha güçlü olduğu ve yıllardır örgütlendiği meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri gibi alanlar vardır. Bu alanlar yarın bugünkünden daha önemli mevziler olarak karşımıza çıkacaktır. Asıl önemlisi sayısal olarak az olsa bile, solun ideolojik ve mücadele kararlılığının toplumsal mücadeleye yansıyan pozitif etkisi unutulmamalıdır. Hafızalarımızı tazelersek, 1973 ve 1977 seçimlerinde CHP'nin sol ve halktan yana söylemlerinin nedeni o dönemdeki solun sokağa hakim olan konumuydu. Zira sol dinamiğin merkezi her zaman sokaklar olmuştur.

İşte bu bilinçle solun, sosyalistlerin ve HDP'nin içinde olduğu üçüncü blok, demokrasi bloğu oluşturma çabaları vardır ve bu çok olumludur. Türkiye soluna, sosyalistlerine önemli görevler yükleyen bir dönemden geçmekteyiz. Eğer demokratik, laik, evrensel hukuku temel alan, ulusların kaderlerini tayin hakkını savunan, kadın haklarına, çevreye ve doğaya duyarlı bir cumhuriyet amaçlanıyorsa bunun parlamentonun da içinde bulunduğu mekanizmalar dahil hayatın her alanında küçümsenmeden verilecek bir mücadele ile sağlanabileceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir.