“Böylesi bir halk direnişini yönetmekten gurur duyardım. Ama bu, kimsenin özel telkini olmadan kendi iradeleriyle alanlara çıkan milyonlara, baskıya ve şiddete boyun eğmeyen, direnirken hayatını kaybeden, yaralanan, sakat kalanlara saygısızlık olur…”
Ender İmrek, Gezi Direnişi Davasındaki savunmasından

Zamanı Gelince Ender İmrek’in üçüncü romanı. Kor Kitap listesinde 12 Eylül karanlığını anlatan kitap, 12 Eylül'ün yıldönümünde çıktı. İlk kitabı, Ben de Sana Onu Söyleyecektim, gibi bir dönem romanı. Şafakta Buluşuruz diye bir kitabı daha var İmrek’in.

Gezi Direnişi’ne, hakları için ayağa kalkanlara; direnişte vurulup düşenlere, yaralananlara” adanmış bir kitap Zamanı Gelince.

Ender İmrek, politika içinde olan birisi. Romanlarından önce siyasi parti yöneticiliği ve gazete köşe yazarlığı ile biliniyor. Bir de yazdığı yazıların dava konusu olup yargılanmasını da eklemek gerek. Politikayla uğraşıyorsan bu memlekette yargılanmak aylarca işkenceli sorgularda kalmak, hapis yatmak oldukça sıradan bir iş. Kürt meselesi üzerine yazılarıyla bilinen birinin yargılanması kimseye şaşırtıcı gelmese gerektir. “Dersim” der yargılanır, “Hermes” markalı çantayı yazar yargılanır. Aynı zamanda politikacıysa yazar ‘’Gezi Direnişi’nden yargılanması da normal. 12 Eylül Darbesinden sonra aylarca işkenceli sorgularda yargılanıp yıllarca hapis yatıp beraat etmesi de normal. Tersi de normal. Bugün bile... Yattığı yanına kar kalmasın diye genç yaşta başladığı politik mücadeleyi daha ileriden sürdürmek de normal. İşçi çalışmasında, sınıfın ve emekçilerin örgütlenmesi mücadelesinde, Ünaldı Dokuma İşçileri Direnişinin örgütlenmesinde yer almakta Gezi Direnişi’nin içinde yer almak da normal. Demokrasi, özgürlük ve sosyalizm diye bir derdin varsa yazmak üretmek de normal, yargılanıp beraat etmek ya da Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, ve Yiğit Ali Ekmekçi gibi ceza almak da normal. Hukuk rafa kalkmış ise şaşmamak da normal.

zamani-gelince-515x800

Zamanı Gelince romanı 12 Eylül Darbesinin ardından devrimci örgütlerin yediği darbeler üzerine gözaltına alınan devrimci tutsaklara karşı uygulanan sistematik işkencelere ve işkence karşısında direnen deyim yerindeyse destan yazanlarla kısmi yada çok çözülenlerin, bir arada işlendiği bir hikaye ile karşımızda.

12 Eylül'ün üzerinden kırk yıldan fazla zaman geçti. Cunta sona erse de uygulamaları, delik deşik olsa da hala yürürlükte olan anayasası ile yönetiliyoruz. Cunta yok ama ‘’Tek Adam Yönetimi” ikame edildi.

Aradan geçen zaman az değil haliyle bana kalırsa, politikayla ilgilenmeyen okur siyasal geçmişi yeterince bilmiyor kaygısını güden yazar; dönem hakkında bilgiler de vermeyi, dönemi anlatmayı ihmal etmemiş. İşkenceli sorgulardan sonra hapishaneye gönderilmeden önce tutsakların tutulduğu “askeri gözetimevlerinde” /askeri hapishanede geçen tutsakların muhasebesine ayna tutulmuş. Muhasebe de tartışmalar olsa da oldukça yapıcı bir dil kullanılmış. Bugünden bakarak kırk yıl öncesi yorumlanmış. Edebiyatın gücüne inanıyor yazar. Ne de olsa Deniz Gezmiş ‘’Biz edebiyattan geldik” dememiş miydi.

Andre Bonnard yargıdaki savunmasında “Sanmayınız ki edebiyat, öyle kuru kuruya okunup geçilsin diye ortaya çıkmıştır... Hayır, edebiyat bizim hayatımıza bir yön verir; bize nasıl yaşanması gerektiğini öğretir. “

Ender İmrek’in Ben de Sana Onu Söyleyecektim ilk romanını okuduğumda son kısımda ele geçen devrimcinin (Kerem) polislerin elinden kaçmaya çalışmasının başarısızlığının/talihsizliğinin yerine ben olsaydım yani romanı ben yazsaydım Kerem’i firar ettirirdim diye düşünmüştüm. Finalde işçi devrimci bir başka şehirde bir başka mahallede bir başka işçi havzasında mücadeleye devam etmek için firar girişimi başarılı olurdu... Yazar sanırım benden daha gerçekçi baktığından devrimci polisin elinden kaçmayı denemiş fakat kaçamamış ancak mücadele de bitmemiş, mücadele yeni bir safhaya evrilmişti sadece. Onların eline düşmüştü ama parti mücadele etmeye devam edecekti. “ Milyonlarca işçi ve emekçi vardı. Mücadele içeride ve dışarıda kıyasıya sürecekti... “

İşte tam bu noktada başlıyor Zamanı Gelince. Hapishane ranzalarında dünü sorgulayan gelecekten umudunu kesmeyen tutsakların yenilgilerini, yengilerini yalın ve akıcı bir üslüpla okurun önüne seren İmrek, bu kez birlik ve dayanışmanın aslında birlik özleminin bir örneği olarak iki farklı örgütten devrimcileri firarda birleştirir, özgürleştirir.

Firariler Şevki Abi’yi bulacaklar mı, bilinmiyor roman o noktada bitiyor. Ben bulacaklarını düşünüyorum. Biliyorum ki Harun ve Sami, “Şevki Abi”yi bulamazlarsa Türkeli kardeşlerden birini, Şef Garson Gülabi’yi bulurlar. Her biri bir cesur yürek olan Besime, Fecire ve Asya’lar ne güne duruyor. Evinde yaralı yada değil firari yada aranan bir başka devrimciye en güzel yemekleri yapacaklar onlara kardeş, yoldaş olduklarını hissettirecekler ve hiçbir soru sormayacaklar günlerce evlerinde saklayacaklar, yaralarını sağaltacaklar.

Karanlıklar bitecek Zamanı Gelince... İttifaklar kurulacak , emekçiler safını bilecek , birlik gerçekleşecek tarihin çöplüğüne yollanan cuntanın yanına Tek Adam Yönetimi de gönderilecek Zamanı Gelince... Zamanı Gelince bir solukta okunacak bir kitap.